Nisan, 2009 için arşiv

Lambdaistanbul Dernegi Kapatilamaz!‏

Posted in Feminizm, Haberler, Queer on 30/04/2009 by Karakök

Kaos Gey-Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği

www.kaosgl.org

 

29 Nisan 2009

Basın Açıklaması

Konu: Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği Kapatılamaz!

Yargıyı etkilemek istiyoruz!

Kamuoyunu insan haklarına saygılı olmaya teşvik ediyoruz!

Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneğinin örgütlenme özgürlüğü iki senedir kapatılma tehdidi ile ihlal ediliyor.

Yerel Mahkemenin aldığı olumsuz karardan sonra, 30 Kasım 2008 tarihinde Yargıtay, Yerel Mahkemenin kararını bozarak, LGBTT bireylerin örgütlenme özgürlüğü açısından olumlu bir adım atmış oldu.

Lambdaistanbul Derneği Kapatılma Davası 30 Nisan 2009’da saat 09:50’de Beyoğlu 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde yeniden görülecek.

Lambdaistanbul Derneği, LGBTT bireylerin yaşadığı insan hakları ihlalleri ve ayrımcılıkla mücadele etmek amacıyla kurulmuştur.

Derneğin dava süreci, Lambdaistanbul Derneğinin, LGBTT bireylere insan hakları alanında vereceği desteği olumsuz etkilemektedir.

LGBTT bireylere yönelik çok ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı günümüzde LGBTT bireylerin örgütlenme hakkına yönelik bir ihlale dönüşen dava sürecinin LGBTT bireylere yönelik yeni ihlallere yol açmasından endişe duymaktayız.

Sivil anayasa tartışmaları kapsamında LGBTT bireylere yönelik ayrımcılığın anayasal güvence altına alınmasının tartışıldığı bir dönemde engellemeler ve baskılar kabul edilemez.

Lambdaistanbul LGBTT Derneğinin kapatılma davasında Yerel Mahkemenin, LGBTT bireylere ve örgütlerine ayrımcılık yapılmayacak şekilde, insan haklarına ve onuruna yakışır bir karar vermesini bekliyoruz.

POLIS ve ASKERLERIN OLDURDUGU COCUKLAR

Posted in Haberler on 30/04/2009 by Karakök

1989’dan beri, polis ya da askerin actigi ates sonucu, dogu ve guneydogu bolgelerinde en az 351 cocuk katledildi. (Yeni PVSK’nin polise adeta “oldurme izni”yle katledilenler baska bir mevzu; Baran Tursun, Cagdas Gemik, Aytekin Arnavutoglu, Feyzullah Ete … 17 yasinda sirtindan vurulup felc kalan Ferhat Gercek…)  En fazla cocugun katledildigi sene, 1992. O sene, 112 cocugun katili devlet oldu. Katledilen cocuklar arasinda henuz ismi bile konmamis bebekler de var.  

Sevgiyle kalin (varsa),

Mehmet Atak

 

POLIS ve ASKERLERIN OLDURDUGU COCUKLAR: 

1989 (Toplam: 2 çocuk)

23 Nisan: Abdülsamet Erip (14), Hakkâri

19 Temmuz: Mahmut Yaşar (10), Şırnak

20 Eylül: Fahrettin Ertaş (10), Şırnak

1990 (Toplam: 21 çocuk)

20 Mart: Abidin Tuncer (10), Cizre

1 Nisan: Berivan Kara (1), Uludere

1 Nisan: Behecan Kara (9), Uludere

31 Mayıs: Canan Özen (8), Derik

10 Haziran: Rahime Kayran (10), Basa

10 Haziran: Meryem Kayran (10), Basa

10 Haziran: Taibet Öner (3), Basa

10 Haziran: Vasfiye Öner (10), Basa

10 Haziran: Sait Kahraman (4). Basa

10 Haziran: Hayrettin Öner (5), Basa

10 Haziran: Fatma Kayran (15), Basa

10 Haziran: Mehmet Kayran (5), Basa

10 Haziran: Hüseyin Kayran (3), Basa

10 Haziran: Haniye Özdemir (10,) Basa

10 Haziran: Takviye Öner (15), Basa

10 Haziran: Ömer Bestaş (16), Basa

14 Haziran: Cevdet Güler (14), Hakkâri

14 Haziran: Fehime Güler (9), Hakkâri

6 Ağustos: Faruk Aktuğ (13), Silopi

30 Ekim: Ş. Pınar (11)

12 Aralık: Hadi Dalan (11), Lice

1991 (Toplam: 12 çocuk)

28 Şubat: Salih Talayhan (17), Şırnak

4 Mayıs: Murat Ardıç (13), Bingöl

8 Haziran: Emine Latifeci (11), Hazro

25 Haziran: Rinde Latifeci (13), Hazro

10 Temmuz: Behzat Özkan (14), Diyarbakır

3 Ağustos: Hediye Dilçe (18), Cizre

12 Ağustos: Ferzan Ceylan (12), Dargeçit

12 Ağustos: Abdullah Ceylan (12), Dargeçit

6 Eylül: Ömür Eriş (11), Kurtalan

20 Ekim: Nezahat Kızıl (6), Siirt

20 Kasım: İsmet Mirzaoğlu (15), Ahlât

24 Aralık: Veysi Aktaş (13), Lice

1992 (Toplam: 115 çocuk öldürüldü)

6 Ocak: Emine Turan, Nusaybin

14 Şubat: Seyfettin Kapkaçin (18), Mardin

14 Şubat: Abdülselam Özbey (15), Mardin

15 Mart: Mehmet Evren (12), Cizre

18 Mart: Vesile Say (9), Dargeçit

18 Mart: Bedia Say (15), Dargeçit

18 Mart: Yasin Say (17), Dargeçit

18 Mart: Sami Say (10), Dargeçit

19 Mart: Hıdır Acet, Nusaybin

21 Mart: Muhrise Altay (18), Cizre

21 Mart: Hüseyin Altan (14), Cizre

21 Mart: İsmet Arvas (16), Van

21 Mart: Çetin Bayram (16), Van

21 Mart: Davut Soyvural (15), Gercüş

21 Mart: Mehmet Emin Acar (10), Şırnak

21 Mart: Nebat Kakuç (17), Şırnak

21 Mart: Bülent Zeyrek (16), Şırnak

21 Mart: Emin Tetik (15), Şırnak

21 Mart: Mehdi Günen (9), Şırnak

21 Mart: Halil Bebek (2), Nusaybin

21 Mart: Ahmet Kaya (1), Nusaybin

21 Mart: Fatma Kaçmaz (4), Yüksekova

22 Mart: Hatice Acar (5), Şırnak

22 Mart: Kadriye Kakın (17), Şırnak

22 Mart: Mehmet Nezir (13), Şırnak

24 Mart: Medeni Aydın (18), Batman

24 Mart: Bahri Çınar (12), Ömerli

25 Mart: Nihat Celasun (14), Cizre

25 Mart: Fatma Kaçmaz (14), Yüksekova

25 Mart: Medeni Tunç (14), Siirt

25 Mart: Medine Sevgi (18), Siirt

27 Mart: Süleyman Ayal (14), Urfa

29 Mart: Bişeng Anık (16), Şırnak

29 Mart: Mehmet Ekinci (7), Mazıdağı

29 Mart: Şeyhmus Aktürk (16), Dargeçit

11 Nisan: Yasin Çetin (16), Mevzitepe

11 Nisan: Hasan Ayar (11), Mevzitepe

17 Nisan: Cazım Kortak (17), Savur

17 Nisan: Mustafa Ok (18), Savur

18 Nisan: Metin Kıratlı (10), Yüksekova

21 Nisan: Yusuf Bodur (1), Midyat

21 Nisan: Abdurrahman Yeşilmen (12), Midyat

21 Nisan: Hamza Bulut (8), Midyat

22 Nisan: Ayşe Balım (18), Silopi

4 Mayıs: Bişar Bilen (10), Uludere

4 Mayıs: Hanım Tunç (12), Uludere

9 Mayıs: Sıraç Nergis (17), Nusaybin

9 Mayıs: Selim Ata (17), Nusaybin

9 Mayıs: Sait Sağlam (17), Nusaybin

3 Haziran: Mehmet Naif Çevik (9), Nusaybin

10 Haziran: Kemal Şili (18), Tatvan

10 Haziran: Mahmut Güreş (12), Tatvan

12 Haziran: Emir Eyvani (7), Muş

22 Haziran: Gülbahar Tunç (8), Gercüş

22 Haziran: Behçet Tunç (17), Gercüş

22 Haziran: Abdurrahman Gök (14), Gercüş

22 Haziran: Şükrü Gök (10), Gercüş

22 Haziran: Sultan Gök (12), Gercüş

22 Haziran: Emrullah Gök (4), Gercüş

22 Haziran: Haşim Gök (3), Gercüş

22 Haziran: Yeni doğmuş bir bebek, Gercüş

26 Haziran: Medine Kartal (18), İdil

27 Haziran: Yılmaz Tatar (12), Şırnak

Haziran: Abdülcelil Toy (14), Siirt

Haziran: Sadık Turlu (15), Siirt

11 Temmuz: Gülistan Evin (6), Şemdinli

11 Temmuz: Rehan Evin (8), Şemdinli

22 Temmuz: Abdurrahman Akbalık (17), Nusaybin

25 Temmuz: Kadir Balık (13), Dicle

28 Temmuz: Nurcan Özatak (2), Hakkâri

Temmuz: Zuhal Avcı (9), Kulp

Temmuz: Çiğdem Esmer (10), Kulp

6 Ağustos: Hüseyin Bayılmaz (10), Nusaybin

10 Ağustos: Mehmet Erbek (12), Mardin

22 Ağustos: Zeliha Nasanlı (10), Siverek

23 Ağustos: Murat Dağkeser (10), Siverek

23 Ağustos: Orhan Dağkeser (4), Siverek

23–24 Ağustos: İbrahim Artunç (7), Şırnak

23–24 Ağustos: Remziye Artunç (10), Şırnak

23–24 Ağustos: Güler Sökmen (3), Şırnak

23–24 Ağustos: Veysi Sökmen (6), Şırnak

23–24 Ağustos: Sema Sökmen (9), Şırnak

23–24 Ağustos: Gülüm Güngen (6), Şırnak

23–24 Ağustos: Medine Güngen (14),Şırnak

5 Eylül: Fuat Keskin (14), Doğubeyazıt

7 Eylül: Mesut Dündar (15), Cizre

10 Eylül: Cumali Çetrez (9), Hamur

10 Eylül: Şefika Çetrez (7), Hamur

18 Eylül: Ahmet Alan (10), Solhan

1 Ekim: Hüseyin Esrai (16), Kars

3 Ekim: Aziz Bal (17), Dargeçit

20 Ekim: Sinan Demirtaş (18), Nusaybin

24 Ekim: Zeyni Dağ (17), Nusaybin

1 Kasım: Devrim Eleftoz (1), Silvan

5 Kasım: Şurzan Demirkapı (16), Kovancılar

6 Kasım: Milet Samur (14), Şemdinli

6 Kasım: İkmal Samur (18), Şemdinli

6 Kasım: Gülsüme Samur (4), Şemdinli

6 Kasım: Reber Samur (1), Şemdinli

7 Kasım: Şivan Çığırga (3), Cizre

7 Kasım: Nadire Çığırga (10), Cizre

7 Kasım: Sinem Çığırga (13), Cizre

7 Kasım: Fatma Çığırga (9), Cizre

7 Kasım: Bahar Çığırga (7), Cizre

22 Kasım: Coşkun Benzer (12), Kilis

22 Kasım: Fırat Geçmez (18), Silvan

3 Aralık: Mehmet İşler (18), Midyat

6 Aralık: Melek Bora (10), Dargeçit

16 Aralık: Garibe Karasakal (18), Nusaybin

17 Aralık: Veysi Başar (8), Diyarbakır

17 Aralık: Fatma Can (17), Diyarbakır

24 Aralık: Nafi Kalemli (14), Viranşehir

Aralık: Hüseyin Ensari (16), Kars

Aralık: Mehmet Yusufi (15), Başkale

Aralık: Kasım Oval (14), Yüksekova

1993 (Toplam: 66 çocuk)

11 Ocak: Gülistan İşiyok (12), Kulp

12 Ocak: Nezir Ergün (8), Cizre

12 Ocak: Hacer Ergün (6), Cizre

12 Ocak: Hıdır Ergün (17), Cizre

31 Ocak: Naze Ekici (12), Şırnak

31 Ocak: Şemsi Ekici (4), Şırnak

31 Ocak: Hamza Ekici (6), Şırnak

17 Şubat: Esra Saçaklı (8), Silvan

20 Şubat: Abide Ekin (3), Basa

7 Mayıs: Gürgiz Bayındır (5), İdil

23 Mayıs: Naim Aslan, Yüksekova

25 Mayıs: Semra Bayram, Silvan

18 Haziran: İrfan Fidan (17), Savur

7 Temmuz: Mahmut Aydemir, Silopi

7 Temmuz: Fadile Aydemir (6), Silopi

7 Temmuz: Ayşe Yıldız, Silopi

11 Temmuz: Dinçer Levent (16), Hamur

11 Temmuz: Feride Levent (15), Hamur

13 Temmuz: Canan Çiftçi, Diyadin

13 Temmuz: Dilşah Çiftçi, Diyadin

13 Temmuz: Ender Çiftçi, Diyadin

13 Temmuz: Ruken Çiftçi (6), Diyadin

20 Temmuz: Azad Sabırlı (7), Bahçesaray

20 Temmuz: Yunus Sabırlı (2), Bahçesaray

20 Temmuz: Bahar Turan (3), Bahçesaray

20 Temmuz: Sevil Ağaç (7), Bahçesaray

20 Temmuz: Suzan Turan (10), Bahçesaray

20 Temmuz: Yıldız Güzel (13), Bahçesaray

20 Temmuz: Nezahat Elmalı (12), Bahçesaray

20 Temmuz: Eylem Elmalı (4), Bahçesaray

20 Temmuz: Azime Elmalı (14), Bahçesaray

20 Temmuz: Muhammet Yaşar (8), Bahçesaray

20 Temmuz: Hanım Yaşar (4), Bahçesaray

20 Temmuz: Hürriyet Sevgili (12), Bahçesaray

24 Temmuz: C. M. (12), Silvan

30 Temmuz: Elif Rani (7), Pazarcık

30 Temmuz: Gözde Rani (4), Pazarcık

14 Ağustos: Zeynep Çağdavul (18), Digor

14 Ağustos: Selvi Çağdavul (16), Digor

14 Ağustos: Gülistan Çağdavul (18), Digor

14 Ağustos: Yeter Keremciler (14), Digor

14 Ağustos: Zarife Boylu (16), Digor

14 Ağustos: Necla Geçener (14), Digor

Ağustos: Seyhan Doğan (12), Dargeçit

Ağustos: Abdurrahman Coşkun (18), Dargeçit

Ağustos: M. Emin Aslan (18), Dargeçit

11 Eylül: Seyithan Balçık, Cizre

11 Eylül: Mesut Balçık, Cizre

13 Eylül: Yusuf Bozkurt (14), Şırnak

13 Eylül: Halit Akıl (12), Şırnak

21 Eylül: Ahmet Arcagök (11), Diyarbakır

28 Eylül: İdris Ülüş (12), Yüksekova

30 Eylül: Sercan Ülüş (7), Yüksekova

2 Ekim: Şakir Öğüt (7) Altınova/Muş

2 Ekim: Cihan Öğüt (4) Altınova/Muş

2 Ekim: M. Şirin Öğüt (1) Altınova/Muş

2 Ekim: Aycan Öğüt (6) Altınova/Muş

2 Ekim: Çınar Öğüt (3) Altınova/Muş

9 Ekim: Zana Zoğurlu (16), Lice

9 Ekim: Lokman Zoğurlu (17), Lice

10 Ekim: Yalçın Yaşa (13) Diyarbakır

22 Ekim: Dilbirin Canpolat (3,5), Lice

22 Ekim: Suna Canpolat (2), Lice

22 Ekim: Hüseyin Canpolat (15),Lice

17 Aralık: Halil Leco (13), Ovacık

Aralık: Mahmut Erol (15), Dargeçit

1994 (Toplam: 84 çocuk)

3 Ocak: B. A. (12), Hani

5 Ocak: Keko Gül (12), Adana

6 Ocak: Ali Katmış (1), Cizre

7 Ocak: A. Halim Rüzgâr (12), Batman

10 Ocak: Muhammet Bilgiç (5), Cizre

10 Ocak: Ahmet Bilgiç (6), Cizre

14 Ocak: Azad Önen (16), Diyarbakır

18 Ocak: Süleyman Gün (15), Diyarbakır

25 Ocak: Ahmet Efe (8), Diyarbakır

13 Şubat: İbrahim Şeflik (5), Silopi

16 Şubat: Hakan Yalçın (14), Diyarbakır

23 Şubat: Bilavşan Asper (17), Tatvan

26 Şubat: Sevgi Asma (7), Kurtalan

26 Şubat: Sohbet Öngün (3), Sason

26 Şubat: Hanifi Yıldız (13), Sason

26 Şubat: Hüseyin Tekin (16), Sason

1 Mart: R. A. (3), Kızıltepe

19 Mart: Ferman Cingöz (16), Lice

27 Mart: Mirza Yıldırım (3), Şırnak

27 Mart: Mehmet Yıldırım (15), Şırnak

27 Mart: Abdülkerim Yıldırım (2), Şırnak

27 Mart: İrfan Yıldırım (5), Şırnak

27 Mart: Xunaf Yıldırım (3), Şırnak

27 Mart: Çiçek Benzer (2), Şırnak

27 Mart: Ali Benzer (7), Şırnak

27 Mart: Ayşe Benzer (1), Şırnak

27 Mart: Ömer Benzer (12), Şırnak

27 Mart: Abdurrahman Benzer (4), Şırnak

10 Nisan: İlhami Menteş (12), Lice

10 Nisan: Raif Menteş (13), Lice

27 Nisan: Keziban Kalkan (15), Genç

28 Mayıs: Tuncer Güler (11), Ağrı

30 Mayıs: Şerif Ekin (13), Basa

2 Haziran: Ahmet Kaya (13), Yüksekova

2 Haziran: Hasan Demir (14), Yüksekova

5 Haziran: Didar Elmas (7), Ovacık

8 Haziran: Barzan…. (2), Silvan

25 Haziran: Hüsnü Turan (10), Nusaybin

25 Haziran: Eylem Tur (13), Nusaybin

25 Haziran: Süleyman Erik (9), Nusaybin

25 Haziran: Emrullah Zeybek (10), Bitlis

25 Haziran: Hikmet Argün (13), Bitlis

27 Haziran: Xanime Sincar (17), Ömerli

28 Haziran: Hayri Yüksel (15), Ömerli

4 Temmuz: Atilla Kılıç (14), Kozluk

8 Temmuz: Nurullah Solhan (16), Kızıltepe

8 Temmuz: Emrullah Solhan (14), Kızıltepe

8 Temmuz: Selma Solhan (7), Kızıltepe

11 Temmuz: A. Menaf Tunç (14), Siirt

16 Temmuz: Kenan Dartan (12), Kozluk

31 Temmuz: Gültekin Acet (10), Bismil

5 Ağustos: Abdullah Kamçı (16), Yüksekova

8 Ağustos: Sedat Barış (18), Batman

12 Ağustos: Netice Coşkun (14), Kulp

12 Ağustos: Mümine Zümrüt (18), Kulp

15 Ağustos: Çelebi Özgüç (15), Savur

15 Ağustos: İshak Özgüç (13), Savur

22 Ağustos: Savaş Ateş (11), Dicle

22 Ağustos: Halit Güneş (13), Dicle

22 Ağustos: Bayram Güneş (13), Dicle

22 Ağustos: Vedat Balta (12), Dicle

22 Ağustos: İbrahim Balta (13), Dicle

22 Ağustos: İsa Can (15), Dicle

1 Eylül: Nurettin Doruk (18), Diyarbakır

13 Eylül: Sadettin Doğan (10), Lice

15 Eylül: Sedat Öner (7), Eruh

15 Eylül: Mehmet Sercan (9), Eruh

15 Eylül: Cemşit Adıgüzel (13), Eruh

20 Eylül: Şükran Yıldız (11), Çukurca

25 Eylül: Dilek Serin (3), Dersim

25 Eylül: Yeter Işık (16), Dersim

25 Eylül: Elif Işık (18), Dersim

25 Eylül: Recep Tartar (8), Genç

25 Eylül: Kürdiye Savaş (8), Genç

25 Eylül: Emrah Tartar (8), Genç

25 Eylül: Faruk Savaş (11), Genç

2 Ekim: Filiz Kayış, Ceylanpınar

3 Ekim: İlyas Yiğit (6), Çat

3 Ekim: Adil Boztaş (10), Kağızman

9 Ekim: Nurşan Bulut (13), Palu

10 Ekim: Mehmet Üste (12), Pazarcık

31 Ekim: Hamdi Dündar (18), Yüksekova

31 Ekim: Fikri Yılmaz (15), Yüksekova

18 Kasım: Cüneyt Tarhan (11), Tatvan

1 Aralık: Yunus Turgut (13), Silopi

Aralık: Hasip Kaya (9), Doğubayazıt

Aralık: Yılmaz Kaya (10), Doğubayazıt

1995 (Toplam: 7 çocuk)

Nisan: Erol Öztunç (2), Uludere

17 Mayıs: Ahmet Bulut (10), Ömerli

17 Mayıs: Rahim Kumru (10), Ömerli

25 Mayıs: Dinar Aras (12), Iğdır 1995

25 Mayıs: Cüneyt Aras (6), Iğdır

25 Mayıs: Ergün Aras (3), Iğdır

25 Mayıs: Ferdi Aras (2), Iğdır

1996 (Toplam: 6 çocuk)

2 Mayıs: Hazal Sevim (17), Baykan

8 Ağustos: Dilan Bayram (2), Adana

8 Ağustos: Berivan Bayram (4), Adana

13 Kasım: Hatice Bozaslan (17), Derik

2 Aralık: Oktan Çaçan (14), Diyarbakır

11 Aralık: Mehmet Banan (15), Midyat

1997 (Toplum: 7 çocuk)

6 Mart: Musa Adsız (12), Akçakale

23 Nisan: M. Şerif Öztürk (11), Kızıltepe

25 Nisan: Muhammet Kulçur (12), Dumlu/ Erzurum

25 Nisan: Gökhan Kulçur (10), Dumlu/ Erzurum

8 Mayıs: Fedai Öğürce (4), Pasinler

10 Kasım: M. Özdemir (17), Ceylanpınar

11 Kasım: Bilal Alanca (5), Nusaybin

1998 (Toplam: 8 çocuk)

Ocak: Fatih Kaya (18), Batman

15 Mart: Engin Ceylan (14), Lice

1999 (Toplam: 12 çocuk)

14 Mart: Tugay Ergin (10), Hani

26 Mart: Abdurrahman Gezer (18), Osmaniye

17 Nisan: Yılmaz Elüstü (17), Genç

15 Mayıs: Kenan Oğuz, Erzurum

15 Mayıs: Deniz Oğuz, Erzurum

15 Mayıs: Cansu Oğuz, Erzurum

20 Haziran: Mehmet Algan (11), İdil

1 Ağustos: Fırat Çiçek (9), Elazığ

1 Ağustos: Onur Şahin (11), Elazığ

1 Ağustos: Sedat Karakoç (14), Elazığ,

17 Ağustos: Şaban Çadıroğlu (15), Van

25 Eylül: İnan Cila (11), Ovacık

2000 (Toplam: 3 çocuk)

Serdar Günerci (17), Diyarbakır

Welat Şedal (10), Yüksekova

İsmail Şedal (8), Yüksekova

2004 (Toplam: 1 çocuk)

21 Kasım: Uğur Kaymaz (12), Mardin

2006 (Toplam: 8 çocuk)

29 Mart: Abdullah Duran (9), Diyarbakır

30 Mart: Enes Ata (8), Diyarbakır

30 Mart: İsmail Erkek (8), Diyarbakır

Mart: Fatih Tekin (3), Batman

Mart: Ahmet Araç (17), Mardin

3 Nisan: Mahsum Mızrak (17), Diyarbakır

3 Nisan: Emrah Fidan (17), Diyarbakır

5 Eylül: Mizgin Özbek (10), Batman

2008

15 Şubat: Yahya Menekşe (12), Şırnak

2009

23 Nisan: Abdülsamet Erip (14), Hakkâri

Kara-Ay 1 Mayıs’ta sokaklarda

Posted in Duyurular, Haberler on 28/04/2009 by Karakök
Politik ve/veya ekonomik bir devrim mücadelesindense politikanın,
politikacıları n, hapishanelerin, fabrikaların, akıl hapishanelerinin
kurumsallaşmış iktidarının -insanlar ve diğer canlılar için-
olmayacağı, sayıların sembolik egemenliğindeki şimdiki gibi aşağılık
bir "dünyanın" yıkılacağı; otoriter olmayan, her türlü canlı için
sistematik iktidarı ve tecridi yok etme yolunda şiirsel/ruhsal ve çok
boyutlu bir sosyal devrim/dönüşümün şimdiden taraftarı "kara-ay
gönüllü sağlıkçıları"olarak otoriteler tarafından iktidar altına
alınmaya çalışılan ezilenlerle/ isyancılarla dayanışmak için 1
Mayıs'ta gaz bombalarının kapladığı dumanlı sokaklarda olacağız...

Hayat için, isyan ve dayanışmayla; direnmek güzeldir!

Eğer siz de "kara-ay gönüllü sağlıkçısı" olmak isterseniz ekteki
tasarımdan bir çıktı alıp sticker ve/veya yakalık olarak üstünüzde
taşıyın ve aşağıdaki malzeme listesinden temin edebildiklerinizi ya da
orada yazılı olmayıp da aklınıza gelenleri bir çantada yanınızda
bulundurun.

Biber Gazı ve Gözyaşartıcı gaz'dan korunmak için;
- Limon
- Sirke
- Maske
- Puşi
- Atkı
- Toz Maskesi
- Gaz Maskesi
- Ameliyat maskesi

Su kullanmayın, etkisi artıyor... Sadece içmek için su gerekli..

Devlet'in aldığı ses silahına karşı (sağır etme tehlikesi
bulunmaktadır) kulakları tıkamak ve pansuman için pamuk.

İlkyardım; dezenfeksiyon için;
- Sargı bezi
- Baticon
- Yara bandı
- Ağrı kesici
- Ameliyat Eldiveni
- Oksijen suyu

İnşaat eldiveni, ilk yardım için sıcak gaz bombalarını uzaklaştırmak amacıyla.

KARA-AY

İstanbul: İklim Değişikliği Mitinginde Anarşistler‏

Posted in Haberler on 27/04/2009 by Karakök

İklim değişiklikleri ve ekolojik felaketleri protesto etmek için
çeşitli sol grup ve örgütlenmelerin katıldığı Kadıköy’deki mitinge
anarşistler de katıldılar.
“Küresel Isınmayı Durdur, Gezegeni Kurtar”, “Şirketleri değil,
gezegeni kurtar” eksenindeki mitingde anarşistler kara, kara-kızıl ve
kara-yeşil bayraklarıyla Tunceli Dernekleri Federasyonunun ardında
yürüdüler.

“Hepimiz Kutup Ayısıyız!”, Ormansızlaşmaya, Kentleşmeye,
Sanayileşmeye, Devlete, Kapitalizme İsyan”, “Kapitalizme karşı
Doğrudan Eylem” ve daha sonra Alkolik hareket sloganları atıldı.
Polis karşıtı stenciller ve Yabanıl, Anarşi, Toprak-Komün Özgürlük
yazılamaları yapıldı. 1 Mayıs’a çağrı bildirileri dağıtıldı. Miting
alanı kadar yürüyen anarşistler arama noktasına gelmeden ayrıldılar ve
15:00’de Taksim’de yapılacak olan 1 Mayıs Provası eylemine doğru
vapurla yola çıktılar. Vapıur yolculuğu esnasında “Polis Ölüdürür” ve
çember içinde A yazılamaları yapıldı.

Bugün Sinop’ta aynı eksende bir miting gerçekleştiriliyor. Geniş
güvenlik önemleri alınan miting öncesi polis Sinop girişinde
aktivistleri taşıyan otobüsleri durdurarak kimlik kontrolleri yaparak
aktivistleri uzun süre alıkoydular. Şu an miting devam ediyor.
(26.04.2009)



Kaynak: Aforum

İstanbul: 1 Mayıs Provasına Polis Barikatı‏

Posted in Direnis, Haberler on 27/04/2009 by Karakök

İstanbul (26.04.2009) – Kapitalizme ve efendilere karşı direniş ve
mücadelenin günü olan 1 Mayıs’ın yaklaşmasıyla, Taksim’de kutlama
yapmak isteyen sendika ve gruplar Taksim 1 Mayıs provası yapmak için
Tünel meydanında toplandılar. Polisin yürüyüşe izin vermeyerek 2
panzerle barikat kurduğu ve yaklaşık 500 kişinin katıldığı eyleme
anarşistler de kara, kara-kızıl ve kara-yeşil bayraklarıyla
katıldılar.

Saat 17:00’den itibaren başlayan eylem polisin yürüyüşe izin
vermemesine karşı kitlenin oturma eylemi yapmasıyla 1,5 saat sürdü.
“Yaşasın 1 Mayıs”, “Emekçiye değil, IMF’ye barikat”, “Yüklen emekçi
barikatı aşalım” sloganlarını ve 1 Mayıs, Gündoğdu ve Çav Bella
marşlarını hep bir ağızdan söylediler. Polis barikatı kaldırmayınca
kitle 19:30’da Tramvay durağında buluşmak üzere Tünel Meydanını terk
ederek ara sokaklardan sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçtiler.

Anarşistler; eylem sırasında çevredeki duvarlara ve yerlere “Polisler
hiçbir zaman insan olmadı. İnsan oldukları gün artık polis
olmayacaklar!” stencilleri, “İsyan, Devrim” ve çember içinde A
yazılamaları yaptılar, 1 Mayıs’a çağrı bildirilerini dağıttılar.
“İsyan-Devrim-Anarşi”, “Toprak-Komün-Özgürlük” sloganları atarak,
Bandidas grubuyla birlikte “Haydi Barikata!” Marşını söylediler. Eylem
sırasında Tünel Meydanında bulunan demirden direğe kara bayrak asıldı.
Polisin barikatı kaldırmaması ve eylemcilerin Tramvay durağındaki
eyleme doğru yürüşe geçerek dağılmasıyla anarşistler ikinci eyleme
katılmayarak dağıldılar.

Haber: karaumut

HAKKARİ İÇİN TEPKİ-24 nisan cuma SAAT 17’DE TAKSİM TRAMVAY DURAĞINDA‏

Posted in Haberler on 25/04/2009 by Karakök
COCUKLAR İÇİN ADALET ÇAĞIRICILARI OLARAK
erisa-hovane

UTANIYORUZ!
24.nisan cuma SAAT 17.00 DE TAKSİM TRAMVAY DURAĞINDA
BULUŞUYORUZ
HAKKARİ’DE  ÖZEL HAREKAT POLİSİ TARAFINDAN BAŞINA
DİPÇİKLE VURULARAK AĞIR YARALANAN, YARALI VE
KANLAR İÇİNDE TERK EDİLEN SEYFİ TURAN, ŞU ANDA
YOĞUN BAKIMDA YAŞAM MÜCADELESİ VERİYOR
DİYARBAKIR’DA YARGILANAN ÇOCUKLARA ALTI YILDAN AZ
OLMAMAK ÜZERE AĞIR CEZALAR VERİLDİ
TÜRKİYE HAPİSHANELERİNDE YÜZLERCE ÇOCUK
BULUNUYOR
BU ÇOCUKLAR HANGİ ÜLKENİN VATANDAŞI?
BİZ NASIL BİR ÜLKENİN VATANDAŞLARIYIZ?
DAHA NE KADAR ZAMAN VE NEREYE KADAR SUSMAMIZ
BEKLENİYOR?
SUSARAK NE ELDE ETTİK?

“kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya,
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutulurken korkunç koleksiyonlar için,
ah! herkes mi susuyor”

Arkadaş Z. Özger

cocuklar_icin_adalet_cagricilari

1 MAYIS TAKSIM 2009

Posted in Direnis, Duyurular on 24/04/2009 by Karakök

*Egemenler tarihlerini kanla yazar. Bizim kanımızla; yani ezilenlerin
kanıyla, sömürülenlerin kanıyla, reddedenlerin kanıyla, ötekilerin kanıyla.
İsyanı, devrimi, coşkuyu, özgürlüğü bastırmaya çalışırlar. Aileyi,
mülkiyeti, devleti, otoriteyi daim kılmak için.

Şimdiye kadar tarihlerini aynı şekilde yazmaya çalıştıklarına göre,
bitirememişlerdir demek ki, tek kalsalar bile diklenen asileri.

O asiler yine sokaklarda. Tahakkümün bütün saldırılarına rağmen. 1
mayıslarda yarattıkları şiddet ve zulüm sarmalına rağmen. Yasak koyucu olan,
yasaların bekçisi olan  ve aynı zamanda en yasadışı kurum olan devlete
rağmen. 1 mayısın ya da herhangi bir şeyin yasalaşması umurumuzda değil.
Bütün günler ve bütün sokaklar/alanlar bizimdir. Hayatımız ve özgürlüğümüz
bizimdir. Gasp ettiklerinizi geri almaya geldik. Bize dayattığınız savaşın,
şiddetin ve tahakkümün kalıcı olmadığını ilan etmeye, oyununuzu bozmaya
geldik.

Asık suratlı, ceberrut devletin bütün saldırıları karşısında, ezilenlerin
festivali için, şenlik ateşlerini yakmaya geldik. Çalışan ya da çalışmayan,
cinsiyetlerinden, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden, etnik
kimliklerinden; ahlaki ve politik karşı duruşlarından dolayı zulme
uğrayanlar olarak buradayız. Ve biliniz ki bugün her yerdeyiz. Yani dünyanın
sokaklarında.

Hepimiz sokaklardayız; adalet ve özgürlük için barikatlara doğru
yürümekteyiz.
Üretmek ve yönetmek için değil. Üretimi de yönetimi de siyasal, sosyal ve
cinsel tahakkümü de ortadan kaldırmak için. Kardeşlerimizle beraber,
dayanışma duygumuzla beraber, özgülük tutkumuzla beraber.

Kardeşler!
Ey kara deryalarda fener arayanlar!
Tutuşturun kara bayraklarınızı!
Ve onun ateşiyle karanlıkları, sınırları, devletleri, zulmü ve tahakkümü.
Bu göreceğiniz son karanlık olsun.
1 mayısta 1 mayıs meydanındayız.
Taksim’deyiz.
Ünvansız ve markasız olarak.
Kara bayrakları gördüğünüz yerde olacağız.

ANARŞİSTLER *

Diyarbakir’da cocuklarimiz ceza aldilar

Posted in Duyurular, Haberler with tags on 22/04/2009 by Karakök

Merhabalar arkadaşlar,bugün çocuklarımız ceza yağmuruna tutuldu. çocuklardan üç tanesine 6 yıl 11 ay hapis cezası verildi. 1 çocuk  7 yıl 5 ay hapis cezası alırkan iki çocuksa 6.000,00 ytl adli para cezasına mahkum edildi. Kısacası 4 çocuk örgüt üyesi gibi cezalandırılırken çocuklardan ikisi örgüt propagandası yapmaktan cezalandırılmış oldu. Taş atmakla silah çatmak eşit tutuldu bu kararda da. Çocuklarımız 11 aya yakın bir süre tutuklu kaldılar.Hepsi öğrenci ve bir yıl boyunca okula gidemediler.

Bu çocuklarımız şu an tahliye edildiler ama, Yargıtayca cezaları onanırsa ki onanacak gibi, bu durumda çocuklar yeniden ceza evine girecekler. İnfaz hükümleri ve yattıkları cezalar düştükten sonra bile 4,5- 5 yıl arası yatacaklar. Bu nedenle de bundan sonrki mücadelenmiz aynı zamanda Yargıtay aşaması olmalı. Desteklerinizi bekliyoruz

 

cocuklar_icin_adalet_cagricilari@googlegroups.com

Savda: ‘Ölme-öldürme kaderimiz değildir’

Posted in Makaleler with tags on 22/04/2009 by Karakök
“Savaşın, ölmenin ve öldürmenin dışında bir başka yol var: Bu savaşı ve militarizasyonu reddetme yoludur; bu her türlü şiddet davranışından arınma yoludur; bu her türlü şiddet organizasyonunu reddetme yoludur; şiddettin ve şiddet organizasyonunun ana rahmi olan devlet ve onun tahakküm kültür ve kurumlarını aşma yoludur”

İletişim Yayınlarından “Çarklardaki Kum: Vicdani red, Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler” adıyla yayınlanan kitap, ‘Conscientious Objection: Resisting Militarized Society’ adıyla ingilizce olarak da yayınlandı. Geçtiğimiz günlerde Londra’da yapılan tanıtıma davet edildiği halde, İngililtere’nin vize vermemesi nedeniyle katılamayan vicdani redci Halil Savda’nın telefonla bağlanarak yaptığı konuşmayı sunuyoruz.

Vicdani retçi Savda: Devlet yalan söylüyor

Dostlarım,
Aranızda bulunmak istiyordum. Konferansınıza katılmak için Britanya İstanbul Konsolosluğu’na vize için başvurdum. Vize başvurum reddedildiği için aranızda bulunamıyorum. Britanya Hükümeti bu tutumu ile Türkiye’de yaşadığımız ayrımcılığı besliyor. Yine Britanya Hükümeti bu kararı ile Türk Hükümeti’nin bizleri içine aldığı sivil ölümü desteklemiş oluyor.

Sizlerle tamda konuştuğum bu anda insanları zorla askere almaya devam ediyorlar. Biliyorum ki askere alınan her birey öldürme kültürünü güçlendiriyor ve savaşın kaynaklarına bir fert daha katmış oluyor. Savaşın kaynakları arttıkça kitabı mukaddeste de geçen Agade’nin lanetine benzer bir lanetin gerçekleşme olasılığı arttırıyor. Barış ve şiddetsizlik umutlarımızı diri tutuyoruz ve bu umutlarımızı gerçek kılmak ve Agade’nin lanetine benzer bir lanetin yaşanmaması için de vicdani red kararlığına ulaşmış olmayı önemsiyorum. Ninova insani bir felaketle yerle bir oldu; yalan, kan, kılıç, kin ve öfke ile dolu şehir kendi yalanında, kanında ve öfkesinde çöktü. Ve kılıç kestikçe kesti…! kitab-ı mukaddeste dile gelen bu ibret verici mesel, savaşın insan kaynakları kurutulmadıkça yine gerçekleşebilir. Ve insanlık bu uyarıya yine kulak vermiyor; yine sağır ve ketum ve yine biçare… bu defa ahlaksızlık, vicdansızlık, gasp, yıkım, talan ve tüfeğin insan kaynaklarını denetleyen, örgütleyen ordu… Ahlaksızlığın, vicdansızlığın, kanın, ölümün ve acının üretim merkezi ordu oluyor. Talanın, yıkımın, katliamın önüne geçmenin yolu bu cinayet örgütünü fes etmekten geçiyor.

Bu kirli, bu insanlık dışı, bu ahlak yoksunluğunun bir daha yaşanmaması için vicdanlarına karşı samimi bir özeleştiri yapan sadece bir avuç insan var; Osman Murat Ülke, Mehmet Bal ve Mehmet Tarhan vicdanına danıştı ve militarizmin bu kirli geleneğinin bu günkü temsilciliğini yapamayacağını söyledi. Ben vicdanıma danıştım ve tanrının Ninnova’ya ilişkin “Ateş orada seni yiyip bitirecek; kılıç seni kesip atacak” uyarısına kulak verip bir özeleştiri ile ‘kandan, öfkeden, tüfekten ve militarizmin her çeşidinden kendimi sakınma’ kararımla ‘militarizmin bir parçası olmayacağım’ dedim. Sırf bu nedenle özünden yalıtılmış bir hukukun ruhsuz dili ile ahlak ve silahın bekçiliğine soyunan bir mantikilikle adalet, silaha ve çıkara kurban edildi.

Kasın 2004 yılında Beşiktepe/Tekirdağ Askeri Kışlasında vicdani reddimi açıkladım.

Türkiye de vicdani redçiler olarak karşı karşıya bulunduğumuz işkenceli durumu anlatmadan önce Vicdani Red aylemimin arkasındaki fikri arka planı kısaca şöyle özetleyebilirim;

Türkiye de 25 yıldır PKK ve TSK arasında yaşanan çatışmalı duruma vicdani red tutumum ile “dur” dedim! Vicdani red eylemim ile Türkiye’lilere “askere gitmeyin ve dağa çıkmayın” mesajını verdim. Militer sistemin en büyük yalanı güvenlik ve özgürlüğün şiddetle iç içe olduğudur. Militarist sistem ve onun muhalifi olarak ortaya çıkanların dili hep aynı oldu. Güvenlik ve özgürlük şiddetsizlikte gerçeklik kazanır. Vicdani red tutumumla özgürlük arayışımı güçlendirirken yaşama güvenliğinin şiddetten arınarak gerçekleşebileceği mesajını verdim.

Vicdani Red tutumum ile şiddetten arınma çabasının mümkün olduğunu kanıtladım. Devletli toplumda şiddet insanın ayrılmaz bir özelliği haline getirildi. İnsanın şiddete alıştırılması ve yöneltilmesi doğal bir edim olarak bizlere sunuluyor. Şiddetin doğal bir edim olduğu söylemi tam bir yalandır. Şiddet doğal bir insan edimi değildir. Ve devletli toplumla kültürleştirilen şiddet edimi aşılabilir. Şiddetin aşılması gerektiğine, şiddetsizlik kültürünün yeşertilmesi gereğine inanıyorum.

Kanımca militarist değerler ve pratikler askerlikle özdeşleştirildiği ölçüde onları sorgulamak hakim erkeklik anlayışını da sorgulatmayı gerektirir. Türkiye’de askerlik, erkekliğin yeniden üretildiği bir laboratuardır. Ataerkilik askerlik ile ete kemiğe büründürülüyor. Erkekleştirilmeye karşı olduğum için bu erkeklik laboratuarında askerlik yapmayı reddettim. Cinsiyetçi yapısı ile heteroseksizmi yeniden keşfeden militarizmle mücadele en temel ifadesini anti-militarizmde bulur. Bu da cinsel yönelim özgürlüğü ve cinslerarası eşitlik ve özgürlüğün tam ve eksiksiz olmasıdır.

Militarist sistem her yerde bizlere savaşı bir seçenek, şiddeti bir strateji, öldürmeyi bir alternatif olarak sunuyor. Savaş bir seçenek, şiddet bir strateji, ölmek ve öldürmek bir tercih değildir, olmamalıdır. Vicdani Ret eylemim ile bu anlamda heteroseksizme ve homofobiye dur dediğim gibi militarizme karşı mücadelenin şiddetten arınma temelinde şiddetsiz yollarla yürütülebileceğini göstermek istedim.

Türkiye de şiddeti, şiddet organizasyonunu, savaşı ve onun oluşum rahmi olan devleti reddettiğim için bir dizi insan hakları ihlaline uğradım. Vicdani Red eylemim nedeniyle dört(4) kere tutuklandım ve askeri cezaevine atıldım. Aynı eylemim nedeni ile üç(3) kere askeri mahkemede yargılandım. Çorlu/Tekirdağ Askeri Mahkemesi tarafından yirmi bir(21) ay hapisle cezalandırıldım. Toplam on yedi(17) ay askeri cezaevinde tutuldum. Askeri cezaevinde kaldığım süreler boyunca kaba dayak işkencesine maruz kaldım. Bana askeri yetkililer tarafından psikolojik işkence yapıldı, hakarete maruz kaldım.

Türkiye bizi sadece cezaevine alarak işkence yapmıyor, aynı zamanda cezaevinde olmadığımız zamanlarda da “sivil ölüm” işkencesini uyguluyor. Sivil hayatta hiçbir hakkımız yok. Her türlü insani ve hukuki haktan mahrum bırakılmış bulunuyoruz. Ömür boyu hapis, cezaevi, askeri kışla kısır döngüsüne alınıyoruz. Türk hükümeti, kamuoyunun vicdani redçilere olan ilgisini kesmek ve vicdani reddin tanınır ve tartışılır olmasını engellemek için görmezden gelmeyi seçiyor. Bu görmezden gelme uygulamasının bir parçası olarak son süreçte cezaevine almış olduğu vicdani redçilere “çürük raporu” veriyor. Bana askeri sağlık kurulu tarafından anti-sosyal kişilik bozukluğu teşhisi ile çürük raporu verdi. Sosyallik insan ilişkilerinde şiddetten arınmayı ifade eder. Oysa ordu şiddet için ve şiddet üzerinden yapılanır ve bu bakımdan anti-sosyal bir kurumdur. Çürük olan militer sistemin kendisidir!

Yaşadığımız evrene karşı sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğumuz savaşmayı ve militarizmi reddetmektir. İnsan olarak sorumluluğum gereği 2006 yılında İsrail hürümetinin gerçekleştirdiği Lübnan kuşatmasına katılmayı reddeden vicdani redçiler ile dayanışmak ve onlar şahsında Lübnan kuşatmasını protesto etmek için bir basın açıklaması yaptım. İstanbul’daki İsrail konsolosluğu önünde okuduğum bu basın açıklaması nedeni ile “halkı askerlikten soğuttuğum” iddiası ile TCK’nın 318. Maddesi uyarınca 5 ay hapis cezasına çarptırılmış bulunuyorum. Evet halkı askerlikten soğutmak hayırlı bir iştir. Ben her gün açlık, sömürü ve kölelik üreten militarist sistemin bir parçası olmak istemedim ve bir parçası olmadım. Hiç kimse çaresizlik içinde beni ‘ölme-öldürme kaderimizdir’ sözüne inandıramaz.

Savaşın, ölmenin ve öldürmenin dışında bir başka yol var: Bu savaşı ve militarizasyonu reddetme yoludur; bu her türlü şiddet davranışından arınma yoludur; bu her türlü şiddet organizasyonunu reddetme yoludur; şiddettin ve şiddet organizasyonunun ana rahmi olan devlet ve onun tahakküm kültür ve kurumlarını aşma yoludur. Bunu da ancak yaşantımızda, ilişkilerimizde, mücadele araçları ve yöntemlerinde şiddet ve tahakkümü aşarak yapabiliriz. Biliyorum ki özgürlük vicdanı ile yaşayanların işidir.

Halil SAVDA

Viyana feminist-lezbiyen toplantisinda okunan almanca yazi.

Posted in Deutschsprachige Artikel, Feminizm, Makaleler on 21/04/2009 by Karakök

feminist-iki-kolyeAnarchafeminismus und Militärverweigerung zwei Widerstandsformen gegen Nation & Patriarchat

„Do it yourself“ ist im Grunde die Basis jedes anarchistischen Handelns. Je mehr Menschen in allen Bereichen und auf allen Ebenen des Systems in diesem Bewusstsein handeln, umso wirkungsvoller können wir individuelle und kollektive Alternativen hervorbringen. Sobald wir als Individuum leben und eigene Alternativen erschaffen, zerstören wir auch das indoktrinierte System in uns drin. Die Mauern in jedem einzelnen Individuum sind es, die das bestehende System stützen und aufrechterhalten. Sie niederzureissen bedeutet, das System von innen auszuhöhlen, bis irgendwann nichts mehr von ihm übrig ist. Die Konfrontation von Individuum und Gesellschaft bringt neue Denkmuster und bleibende Alternativen hervor – sie ist gleichwertig mit der Konfrontation mit Frauen- und Männerrollen.

In den Jahren 1960-1970 wurde eine Reihe an sexuellen und kulturellen Freiheiten erlangt. Das Hinterfragen des bestehenden Systems führte unweigerlich zur Verbreiterung der Aktions- und Widerstandsformen. Immer mehr Menschen protestierten gegen Kriege; es entstanden radikale Formen von Frauenkämpfen und weitere Errungenschaften in der Freiheit von Homosexuellen, Dunkelhäutigen und anderen Minderheiten. Diese Rechte verteidigten sich sogar gegen die aggressiven imperialistischen Belagerungen nach 1980 – obwohl der Widerstand der Frauen, Homosexuellen, usw. von kapitalistischen Soziologen und Psychologen als vorübergehend bewertet wurde.

Die Gegenwart erfordert nun von uns neue, radikale Schritte. Der Kapitalismus fürchtet das Selbstbewusstsein und die Willenskraft von Individuen und Bevölkerung. Denn Menschen, die in ihre eigene Kraft vertrauen und nach Freiheit streben, überlassen ihr eigenes Leben nicht in die Hände anderer. Doch genau dies ist es, was der Kapitalismus sowie alle Systeme, die auf Herrschaft und Hierarchie basieren, will: Menschen, die nicht selber denken, sondern aufnehmen und ausführen, was ihnen serviert wird.

Der Kapitalismus befindet sich zurzeit im Wandel. Die aktuelle Krise ist im Grunde keine Krise des Kapitalismus, sondern eine Krise der Bevölkerung, die unter ihm leidet. Der Kapitalismus ändert sich gegenwärtig, er erneuert und stärkt sich.

Ein Beispiel hierfür ist die zunehmende Aggressivität der staatlichen Sicherheitskräfte, die sich uns entgegenstellt: ob bei Anti-NATO-Protesten oder bei antifaschistischen Demonstrationen: überall macht sich eine gewaltsame Repression gegen jegliche Stimmen breit, die hinterfragen, die gesamtgesellschaftliche Verantwortung übernehmen und sich ein Sprachrohr zu verschaffen versuchen. Neonazis marschieren in verschiedenen Städten Europas bewilligt und ungehindert, sogar geschützt von der Staatsmacht. Demonstrationen von denjenigen, welche die blutige Vergangenheit des Faschismus nicht vergessen haben, werden jedoch angegriffen, provoziert oder vereitelt. Diese neue, faschistoide Organisationsstruktur zeigt nicht etwa die Angst der Herrschenden vor einer Alternative, denn der Widerstand ist verhältnismässig nicht gross. Sie zeigt die Erprobung neuer Versklavungstaktiken.

Eine weitere solche Taktik ist die fortschreitende Isolation der Menschen untereinander. Die Mittel hierzu, wie z.B. die schulische Erziehung, die Technologie sowie die Medien prägen die Menschen bereits im Kindesalter. In Deutschland musste neulich eine Kinderkrippe umziehen, weil die umliegenden Bewohner sich am Lärm der Kinder störten und sich bei staatlichen Institutionen beschwerten. Die Krippe musste an einen abgelegenen Ort umziehen, der zudem mit Mauern umriegelt wurde. Dieses Beispiel zeigt einerseits die bereits fortgeschrittene Isolation und Intoleranz der Menschen: Natürliche und menschliche Eigenschaften wie Kinderstimmen werden nicht mehr toleriert, zudem gewöhnt sich die neue Generation an die Normalität von Isolation und Ausgrenzung. Wie gesund können sich Kinder unter diesen Umständen entwickeln?

Das bestehende System benutzt uns Frauen, dies bedeutet aber auch, dass es abhängig von uns ist. Diese Kraft können wir dazu gebrauchen, bestehende Strukturen zu stürzen und neue Alternativen hervorzubringen. Indem wir die uns künstlich auferlegten Pflichten erfüllen, sind wir treue Dienerinnen dieses Systems. Stellt euch vor, was wäre, wenn wir Frauen einen einzigen Tag all diese Pflichten verweigern würden. Es ist Zeit, in unsere Kraft zu glauben.

Es ist an der Zeit, die Ketten zu erkennen und zu sprengen, die uns ans bestehende System ketten und ihm dienen. Lasst uns alle Institutionen verweigern, die uns als Menschen, insbesondere aber als Frauen in einen engen Rahmen zwängen. Institutionen führen zu Starre, zu Unbeweglichkeit und zu Strukturen, die sich abkapseln und nicht weiterentwickeln. Eine der stärksten und fundiertesten Institutionen ist die Familie.

Wir verweigern die Pflicht, die uns seit Jahren systematisch indoktriniert wird und die uns versklavt. Uns gegenüber stehen die Welt und das Leben, hier und jetzt – doch wo in ihnen befinden wir uns? Wie laut sind unsere Rufe nach uns selber sowie in die Welt? Zwischen der Welt und zwischen uns Frauen steht die Institution der Familie sowie der „heiligen“ Pflicht des Mutter-Seins als eine Art gläserne Wand. Aufgrund jahrelanger, systematischer Gehirnwäsche sehen wir die Welt nur durch diese Wand.

Uns selber zu sein, das können wir nur erreichen, indem wir die Institution der Familie verweigern, die zwischen uns und der Welt steht. Es ist an der Zeit, dass wir die globale ökologische Situation, den Punkt, an dem die Menschheit durch Imperialismus und Kriege gekommen ist, den neuen, aggressiven Charakter der staatlichen Sicherheitskräfte sowie die aktuelle kulturell-soziale Entfremdung der Menschen untereinander: dass wir all dies verweigern und statt dessen unser Selbst zu Tage legen. Wir wollen nun uns selber gebären: als Frauen und als Individuen.

Ein Beispiel für einen aktuellen, selbstbestimmten Widerstand ist die Militärverweigerung in der Türkei. Wir nennen sie als Beispiel, weil es eine Form von Widerstand ist, die eng mit dem Frauenbefreiungskampf verknüpft ist und viele Parallelen zu ihr aufweist. Zudem repräsentiert das Militär so intensiv wie keine andere staatliche Institution das Patriarchat. Das Militär zu stürzen, ist gleichbedeutend damit, das Patriarchat zu stürzen.

Immer mehr Menschen in der Türkei praktizieren Militärverweigerung. Dabei muss man unterscheiden zwischen Dienstverweigerern und Totalverweigerern. Es gibt unzählige Männer in der Türkei, die den aktiven Dienst verweigern, indem sie ihn aufschieben, sich jahrzehntelang an Unis einschreiben oder ins Ausland flüchten. Diese Art der Dienstverweigerung praktizieren wahrscheinlich Hunderttausende von Menschen in der Türkei (Bevölkerungszahl Türkei: 70 Millionen).

Davon zu unterscheiden ist die Totalverweigerung. Totalverweigerer lehnen jegliche Art von militärischem Dienst ab, sei sie aktiv, zivil oder in Form eines Entgelts. Zudem verzichten sie gleichzeitig darauf, Bürger des türkischen Staates zu sein, verbrennen öffentlich ihren Ausweis oder Pass und lehnen alle Rechte und Pflichten als Bürger ab. Diese Form der Verweigerung wird auch von Frauen praktiziert. Aktuell sind es 13 Frauen in der Türkei, die dies getan haben, die Tendenz ist jedoch steigend. Wir kommen später noch einmal dazu, aus welchen konkreten Gründen Frauen verweigern.

Von klein auf werden türkische Kinder mit einem enormen Nationalstolz auferzogen. Selbst in Schulbüchern steht geschrieben: „Jeder Türke wird als Soldat geboren“. Tag für Tag stehen vor dem Schulunterricht die Türkische Nationalhymne sowie der „Türkische Eid“ an. Ein Mann, der keinen Wehrdienst absolviert hat, gilt nicht als Mann und wird von Staat und Gesellschaft geächtet. Er kriegt keine Arbeitsstelle – und keine Familie wird ihre Tochter mit einem Mann verheiraten, der nicht gedient hat. Das Militär stützt die Geschlechterrollen, denn es gilt das Grundprinzip: erst das Militär macht einen Mann zum Mann, macht ihn erwachsen, verantwortungsvoll und selbständig.

Die Gleichsetzung des Mannes mit einem Soldaten ist gleichwertig mit der patriarchalischen Gesellschaft. Die Armee beschützt das Land, ebenso wie der Mann die Frau beschützt. Der Militärdienst ist eng verknüpft mit der gesellschaftlichen Rolle des Mannes. Er muss stark sein, kämpferisch, mutig und die Schwachen beschützen. Da alle Männer dienen müssen, handelt es sich bei den sogenannten „Schwachen“ um Frauen. Dies ist sogar im militärinternen Dienstgesetz verankert: „Pflicht der Armee ist es, die National- sowie die weibliche Ehre zu beschützen“. Die Armee ist eine wirkungsvolle Institution, um Nationalismus und Patriarchat zu stärken und zu schützen, nicht nur in der Türkei, sondern überall auf der Welt. Auch wenn sich der Wortlaut der Militärgesetze von Staat zu Staat unterscheidet, handelt es sich beim Militär um ein- und dasselbe Prinzip.

Junge Männer werden im Militär geformt nach dem Prinzip von Befehlen, Gehorsam, Sterben, Töten, Verschuldung gegenüber der Nation, Schutz der Nationalehre.

Junge Frauen wiederum werden innerhalb der Familie nach demselben Prinzip geformt: sie lernen, sich der Autorität von männlichen Familienmitgliedern unterzuordnen. Sie lernen dasselbe Prinzip von Befehlen, Unterdrückung, Verboten und Ehre. Die Nationalehre ist gleichwertig mit der „Ehre“ der Frau in der Gesellschaft. Beide stehen über allem.

Selbst wenn sich die Rolle der Frau in religiösen, feudalen und kapitalistischen Systemen unterscheidet, hat sie doch eine gemeinsame Wurzel. Überall wird die Frau benutzt, um das herrschende System aufrechtzuerhalten und zu stärken.

In feudalen Gesellschaften beginnt und endet die Funktion der Frau an Heim und Herd. Während ihre männlichen Altersgenossen draussen spielen dürfen, muss sie zuhause bleiben und der Mutter im Haushalt helfen. Sobald sie die obligatorische Schulzeit beendet hat, verbietet ihr der Herr des Hauses jede zusätzliche Bildung. Junge Frauen in feudalen Gesellschaften haben kein Recht darauf, ihre Meinung zu vertreten und ebensowenig, sich aus eigener Initiative zu verlieben. Die Familie hält ihre jungfräuliche „Ehre“ unter strenger Kontrolle und verspricht sie bereits im Kindesalter. Als junge Frau muss sie schliesslich denjenigen Mann heiraten, den die Eltern vor Jahren für sie ausgesucht haben. Nun hat die junge Frau die Pflicht, eine Familie zu gründen und dem Mann Kinder zu gebären, am besten natürlich Söhne.

In kapitalistischen Gesellschaften ist die Situation ähnlich, wenngleich sie sich auch unterschiedlich manifestiert. Auch hier wird Mädchen von klein auf ihre Funktion innerhalb der Gesellschaft beigebracht: nämlich, eine Familie zu gründen und Kinder zu gebären. Sie werden nicht offen dazu gezwungen, aber im Unterbewusstsein so geformt. Sei es durch ein Vorleben der Geschlechterrollen zuhause oder durch externe Faktoren während der Entwicklung, beispielsweise durch Märchen, wo Frauen für gewöhnlich passiv, hilflos und beschützungsbedürftig, dafür aber schön sind. Sie werden von starken, männlichen Helden jeweils aus ihrer Lage befreit und dürfen ihn dann –o, Glück!- heiraten und ihm Kinder gebären. Schon früh träumen Mädchen von ihrer Heirat und von einem wunderschönen weissen Kleid, dass sie dann tragen möchten, weil sie von ihren Müttern, Vätern, der Gesellschaft sowie den Medien gelernt haben, auf dieses eine Ziel hinzuarbeiten, welches das höchste aller Gefühle im erfüllten Leben einer Frau ist.

Ist die Frau dann erwachsen, führt sie die indoktrinierte Rolle aus, sorgt zuhause für den Haushalt und die Kinder. Hinzu kommt aber eine weitere Pflicht, die dem kapitalistischen System zu eigen ist: die Frau muss neben all diesen Pflichten auch noch ihre ökonomische Pflicht erfüllen und arbeiten, weil ein einziger Lohn nicht reicht, um eine Familie zu unterhalten, heutzutage weniger denn je.

Die Frau wird aufgeteilt zwischen Staat, Familie, Gesellschaft oder Arbeitsplatz. Sie wird dazu benutzt, um kapitalistische Produkte zu verkaufen. Jüngstes Beispiel ist der Autosalon in Genf.

Nebst der Benutzung der Frau macht sich hier ein weiterer Charakterzug bemerkbar: wenn wir sagen, dass für diese Zwecke die Frau benutzt wird, stimmt dies eigentlich nicht ganz, denn benutzt wird nur der Körper der Frau, nicht ihre psychischen Eigenschaften. Somit wird auch klar ausgedrückt, welcher Wert Frauen beigemessen wird, nämlich ein rein physischer. Es hat keinen Wert, wie eine Frau denkt, wie sie lebt und was sie hervorbringt, wenn sie nur schön ist. Gleichzeitig benutzt der Kapitalismus sie nicht nur als Marketingstrategie, sondern auch als Hauptkundschaft. Die Pflicht der Menschen im Kapitalismus ist es, zu konsumieren, und für Frauen gilt dies gar noch mehr als für Männer. Meist hilft ihnen der Konsum dabei, die ihnen auferlegte Rolle zu wahren. Schönheitsprodukte und Kosmetika, Mode und Markenklamotten – all diese Dinge kann der Kapitalismus nur „an die Frau“ bringen, weil er ihr vorher eingeprägt hat, welche Werte die Frau innerhalb der Gesellschaft erfüllen muss.

Es ist daher nicht erstaunlich, dass sich beispielsweise in der Schweiz immer mehr junge Mädchen bereits im nicht-volljährigen Alter prostituieren, um dem künstlich erzeugten Bedürfnis nach Schönheit, Luxus und Mode nachkommen zu können.

In Drittweltländern verkaufen sich Frauen, um sich Brot leisten zu können, in kapitalistischen Ländern, um Markenklamotten kaufen zu können. Das Prinzip ist in beiden Fällen ähnlich, denn sowohl Lebensmittel, als auch Mode stellen für die jeweils betroffenen Frauen aus ihrer subjektiven Sicht ein Grundbedürfnis dar.

Dies alles zeigt, dass Frauen heute mehr denn je ausgebeutet werden. Wenn heute die neue Stadtpräsidentin von Zürich lesbisch ist, so steht dies nicht für die Akzeptanz von homosexuellen Menschen. Einerseits scheint dies so, da als Stadtpräsidentin nicht ihre Homosexualität im Vordergrund steht, sondern ihre politische Ausrichtung; andererseits aber wurde ihre Homosexualität nicht neutralisiert. Wieso wird das Sexuelleben von heterosexuellen Politikerinnen und Politikern nicht thematisiert? Wieso wird von Heterosexuellen kein „Coming out“ erwartet, wie es von Homosexuellen erwartet wird?

Als Anarchafeministinnen bedeutet es für uns keine Emanzipation, dass Frauen heute in Machtpositionen stehen. Solange wir innerhalb dieses Systems eine Gleichstellungspolitik verwirklichen, gleicht unser Kampf einem Echo, das wir gegen die Berge schmettern und das zu uns zurückgeworfen wird und erlischt. Wieso Gleichstellung? Wieso gehen wir von etwas Bestehendem aus und möchten gleichwertig daran teilhaben? Als Anarchafeministinnen wollen wir kein Stück des von Anfang an verdorbenen Kuchens. Es gibt es nichts, das wir von der Regierung und vom herrschenden System erwarten oder fordern. Was können wir erwarten von einem schmutzigen System, das auf Machtherrschaft basiert, sei es die Herrschaft des Mannes über der Frau, des Staates über die Bürger, des Menschen über die Natur oder des Arbeitgebers über die Arbeiter? Wir erwarten nichts und wir fordern nichts: wir verweigern alle Arten von Programmen, die über uns bestimmen. Was wir wollen, ist nicht, uns an bestehenden Richtlinien zu orientieren, sondern uns selber zu sein: unsere individuelle Natur und Persönlichkeit zu leben.

Dabei können wir uns nicht einzig und allein über unser Geschlecht definieren, denn wir sind Menschen, die neben ihrer sexuellen auch eine politische, ökonomische, ökologische und soziokulturelle Rolle in der Gesellschaft und in der Welt tragen. Unser Kampf kann sich daher nicht auf unser Geschlecht beschränken, sondern bedeutet auch politischen, ökonomischen, ökologischen, sozialen und kulturellen Widerstand.

Wir kommen an dieser Stelle noch einmal zu den Militärverweigerinnen in der Türkei:

Obwohl türkische Frauen nicht wehrpflichtig sind, erklären auch Frauen ihre Totalverweigerung, d.h. die vollständige Verweigerung aller Rechte und Pflichten als Bürgerinnen und als Frauen. Der grösste Beweggrund hierfür ist ihr Bewusstsein über die Funktion des Militärs, welches dieselben hierarchischen Strukturen aufweist wie die patriarchalisch geprägte Gesellschaft oder Familie.

Die Verweigerung besitzt einen grossen Signalcharakter: selber etwas auf die Beine zu stellen, im Alleingang Widerstand zu leisten und seine individuelle Position zu vertreten – sei es als Militärverweigerer in der Türkei oder als Frau im Patriarchat. Durch das eigene Selbstvertrauen greift die praktizierte Idee automatisch um sich und beeinflusst andere Menschen. Es bietet sich eine ganz neue Art der politischen Bewegung: die Bewegung greift von selber um sich. Die Art und Weise, wie Einzelpersonen vorleben, offen sich selber zu sein und für ihre Überzeugung einzustehen, macht anderen Menschen Mut, in ihre eigene Kraft zu vertrauen und daran, durchaus auch alleine stark genug zu sein, um Widerstand zu leisten – nicht nur dem Militär gegenüber, sondern gegen alle starren, versteinerten Strukturen.

Dies ist wichtig, denn wenn in einer Bewegung jedes einzelne Glied der Kette stark, selbstbewusst und autonom ist, ist sie wirksamer, als wenn sie aus einer starken Führung mit Millionen von Mit- und Nachläufern besteht.

Wir können den Begriff „unmöglich“ nicht zunichte machen durch Gespräche, durch Diskussionen oder durch Infobroschüren, sondern einzig und alleine durch die vorgelebte Praxis. Totalverweigerung wäre niemals akzeptiert worden, hätte man sie als theoretische Idee aufgebracht. Da sie aber praktiziert wird, ist sie vorhanden, sie existiert, unabhängig davon, ob Staat und Militär sie akzeptieren oder nicht. Dies beeinflusst Stück für Stück die Gesellschaft, die sich nie hätte von Flyern oder Diskussionen überzeugen lassen. Die Verweigerung hat die Grenzen des Unmöglichen überschritten und ist nun nicht nur möglich, sondern real.

Ebenso verhält es sich mit der Stellung der Frau. Das Patriarchat lässt nicht an sich rütteln durch Diskussionen, es muss aber wohl oder übel gelebte Praxis akzeptieren, denn etwas, das existiert, muss früher oder später von der Gesellschaft angenommen werden. Die einzige Möglichkeit, das Patriarchat zu stürzen, besteht darin, dass Frauen ihr Leben in die eigene Hand nehmen und in ihre Kraft sowohl als Individuum, als auch als Frau vertrauen.

Beispielsweise gilt es als unmöglich, dass eine Frau in der Türkei auf der Baustelle arbeiten. Es gilt auch als unmöglich, dass eine Frau alleine (also ohne einen „starken“ Mann an ihrer Seite) das Land durchquert. Sobald aber auch nur eine einzige Frau dies praktiziert, ändern sich die Umstände. Menschen, die solche Beispiele mit ansehen, sind zunächst verwirrt, dann jedoch stürzt das bestehende Gedankenmuster in ihren Köpfen in sich ein, weil es nicht mehr zutreffend ist. Dies schafft Raum für neue Gedanken. (Die vorhin genannten Beispiele sind übrigens Dinge, die wir so in die Praxis umgesetzt haben, wir können also mit hundertprozentiger Überzeugung sagen, dass es funktioniert und dass es wirklich nichts gibt, das unmöglich ist, solange man es einfach macht).

Wir wollen nun uns selber gebären: als Frauen und als Individuen. Auf dass immer mehr Frauen in sich und in einen autonomen Widerstand vertrauen und sich unsere Kämpfe in einem grossen vereinigen!

sieran


Karakök Autonome türkei/schweiz

Feministische Aktion