*Emek Fetişizmi… *
1889 yılında toplanan II. Enternasyonal, 1 Mayıs’ı “birlik, mücadele ve
dayanışma” günü olarak ilan etti. 1 Mayıs, başlangıçta 8 saatlik çalışma
hakkı içindi. İşyeri güvenliği, sağlık koşulları, örgütlenme ve grev gibi
temel haklar için çabalıyorlardı.
Bugün ise talepler farklı… Daha fazla ücret, daha fazla tatil, erken
emeklilik hakkı…
Ama çalışmama hakkı kimsenin gündeminde yok gibi!
Çünkü sistem, kendisini korkular ile var eder ve yaşatır. İşsiz kalma
korkusu, işsizliğe bağlı aç kalma korkusu, evsiz kalma korkusu, hastayken
bakılamama korkusu, emeklilikte ne olacağı korkusu…
Zulmün en büyüğü budur. İnsanlara ömür boyu çalışmasını gerektirecek
değerleri dayatmak, ardından o değerlere uygun standartlarda yaşaması için
korkuyla güderek, sisteme daimi hizmetini sağlamak…
Bugün 1 Mayıs, bu korku ile güdülüyor.
Uygarlık denen sistemde, tüm insanlar eşitsiz doğarlar. Bu salt kapitalizme
özgü bir özellik değildir; miras hukukunu tanıyan bütün toplumsal
sistemlerin bir özelliğidir.
“Kapitalizm”, spekülatif kazanç ile var olur. Kapitalizm spekülatifi “meşru”
kılmak ve inandırmak için insanların sahip olma güdülerini dürtmek suretiyle
“emek-değer teorisini” üretmiştir. Böylece insanlar daha fazla emek
üretirler ve bu da, kapitalizmin karı olur. Emeğin değeri kadar “emek
değişimi” yaşanmaz, “aşırı” mal üretiminin olduğu dönemlerde ise emeğin
değeri düşer. Fazlalık veya kıtlık, tüccarın aracılığı ile yaşanır ve onun
spekülasyonu sonucudur. Spekülatif kazancı örtbas etmek için üretilen bir
dizi teori, Kırk Haramiler talanına benzer. Piyasa değeri denilen şey bu
talandır. Yani; “emek haramiliği”…
“Marksist teori” de benzer olarak, toplumsal hayatın gelişmesini, tümüyle
üretici güçlerin gelişmesi ile paralel görür. Esasta liberallerden tek
farkı, birinin serbest piyasasına karşın, öbürünün kamu hâkimiyetidir.
Devlet ve iktidar kuralları burada da geçerlidir. İkisi de iktidarı ve
devleti güçlendirir.
Sol, tam da bu noktada emek ukalalığı ve kutsallığı ile gözünü kör etmiştir.
Sermaye düzeninin kaynağında ücretli emek sömürüsünün bulunduğunu, sistemi
besleyenin bu işçilik düzeni olduğunu unutarak… Rus Devriminin aslında bir
“işçi” değil, “köylü” devrimi olduğu gerçeği, sol tarafından hep görmezden
gelinmiş, fabrika emeği kutsanmış, ev içi ve köylerin emeği ise yok
sayılmıştır.
Daha çok mal sahibi olmak için harcanan zaman ve emek, modern köleliğin bir
biçimidir.
Düşünün ki bir çalışan yılda ancak en çok iki hafta tatil yapabiliyor. Bütün
yıl iki hafta tatil, kira ve yiyecek için çalışıyor. Tek bir ev sahibi olmak
için, otuz yıla varan krediler alıyor. Bütün ömürleri de banka kredilerinin
ödenmesi için harcanıyor.
İnsanın isterse on evi olsun, oturacağı sadece bir tanesidir. Stokçuluk
insana özgüdür ve doğada yoktur. İnsanın biyolojik saatine göre vücut ne
zaman isterse o zaman uyanır. Oysa bütün sisteme çalışanlar sabah saat en
geç yedide uyanmak zorundadır. Bunu yapamazsa, sistem onu aç, evsiz ve
sağlık güvencesinden yoksun bırakır. Dünyanın kaynaklarının hiç çalışmadan
insanları beslenmeye aslında yeter olmasına rağmen…
Hep bir slogandır; “İş, Emek, Özgürlük!”.
İnsanın tembellik hakkı, çalışma hakkından neden çok daha az önem arz
ediyor? İnsanların dinlenemediği ve zamanını özgürce yönetemediği bir dünya
neye yarar ki?
İş ve emek, insanı koşullar. İnsanın özgürlüğünü sınırlandırır ve sona
erdirir. İşin ve emeğin olduğu yerde özgürlükten bahsetmek zordur.
1 Mayıs’ın aslında karşısında durduğu sistemi besleyen emek fetişizminden
yola çıkarak, 1 Mayıs’a sadece “İşçinin, Emekçinin Bayramı” diyen zihniyete
karşın, 1 Mayıs, işsizlerin, ev kadınlarının, köylülerin, azınlıktaki
etnik grupların, göçmenlerin, evsizlerini eşcinsellerin ve gençlerin de
bayramıdır.
Çalışmak eğer bir “hak”sa, bu hak, insanın kullanım özgürlüğüne
bırakılmadıkça, emeğe zulüm etmeye devam edecektir.
Halil SAVDA
(29 Nisan 2011Özgür Politika Gazetesi)