Temmuz, 2011 için arşiv

Akdeniz’den 30 göçmenin cesedi çıkarıldı

Posted in Haberler with tags on 31/07/2011 by Karakök

ROMA – Mısır güvenlik güçleri, İskenderiye kentinin kuzey sahilinde batmış bir balıkçı teknesinde 30 ceset bularak bir kaçak göçmen dramını daha ortaya çıkardı

Cesetlerin, İtalya’ya kaçak göçmen olarak gitmek isteyen Mısırlılar’a ait olduğu belirtilirken, arıza yaparak battığı tahmin edilen balıkçı teknesinin bir hafta önce İskenderiye’den Akdeniz’e açıldığı kaydedildi.

Mısır’da yayımlanan bağımsız El Masri El Yovm gazetesinin haberinde, güvenlik güçlerinin bulduğu cesetlerin, İtalya’ya kaçak göçmen olarak gitmek isteyen Mısırlılara ait olduğu belirtildi.

Mısır güvenlik güçleri, söz konusu balıkçı teknesinin bir hafta önce İskenderiye kentinden Akdeniz’e açıldığını kaydettiler.

Olay, teknede ölen kişilerden birinin kardeşi olan Muhammed Sabri Abdul El Alim’in, İskenderiye’de polisi arayarak, “Kardeşim ve yanındaki onlarca kişi, bir hafta önce Akdeniz’e açıldı. Tekne, İskenderiye’den hareket ettikten 3 gün sonra arıza yapmış. Şu an kardeşimle iletişim kuramıyorum” şeklindeki ihbarının ardından ortaya çıktı.

Mısır Sahil Güvenlik birimleri, Akdeniz’de yaptıkları araştırmada 30 kişinin cesedini, arıza yaparak battığı tahmin edilen teknenin etrafında buldu.

Polisin olay ile ilgili olarak gözaltına aldığı ve ismi açıklanmayan bir insan kaçakçısı, güvenlik güçlerine verdiği ilk ifadede, “Her bir kaçak göçmen için 50 bin Mısır paundu aldım. Tekne arıza yapınca bana ’imdat’ çağrısı geldi. Korktuğum için çağrıyı ilgili makamlardan gizledim” dedi

ANF NEWS AGENCY

Firat

Öcalan’dan selam getirmenin bedeli bir yıl ceza

Posted in Haberler with tags on 31/07/2011 by Karakök

İSTANBUL – PKK Lideri Öcalan’ın savunma avukatlığını yapan kapatılan DTP (Demokratik Toplum Partisi) eski İzmir İl Başkanı Avukat Mehmet Bayraktar, “Öcalan’dan Kürtlere selam getirdim” dediği gerekçesiyle örgüt propagandası yapmak suçundan bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Erzurum Karayazı ilçesinde düzenlenen bir mitingde yaptığı Kürtçe konuşmada, Öcalan’dan selam getirdiğini belirtmesi üzerine başlatılan soruşturma ve mahkeme aşamaları sonunda Avukat Mehmet Bayraktar’a bir yıl hapis cezası verildi.

2009 yılında BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık ile birlikte Erzurum’un Karayazı İlçesinde düzenlenen mitinge katılan Avukat Bayraktar, Kürtçe olarak “Kardeşlerim, bacılarım, annelerim. Yüreği ile çiğleri ile kendini dağa verenler, sizin özgürlüğünüz için mücadele eden Abdullah Öcalan’dan bütün Kürtlere selam getirdim” şeklinde ifadeler kullandığı gerekçesiyle hakkında, ‘Terör Örgütü Propagandası’ yapmak iddiasıyla Erzurum İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

‘SELAM GETİRMEK HUKUKİ SUÇ DEĞİL’

Katıldığı duruşmada, hakkındaki suçlamaları kabul etmeyerek, seçim kampanyası sırasında Karayazı ve Doğubayazıt’ta çalışmalarda bulunduğu ve selam getirmenin suç olmadığını ifade eden Bayraktar, “ Bu vesile ile konuşmalar yaptım. Konuşmam ülkenin Kürt sorununun çözümü, barış ve kardeşlik üzerine olmuştur. İsnat edilen suçlamaları kabul etmiyorum. Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapmış bulunmaktayım. Bundan dolayı halkın gösterdiği teveccüh vardır. Kaldı ki selam getirmemin suç olarak değerlendirilmesinin doğru ve hukuki olmayacağını düşünüyorum. Konuşmalarım bir bütün olarak incelendiğinde, suç veya suçluyu övmek ya da propaganda yapmak kastım olmadığı anlaşılacaktır. Beraatıma karar verilmesini talep ediyorum” diye konuştu.

DOSYA YARGITAY’A GÖNDERİLDİ

Mahkeme heyeti ise Bayraktar’ı miting sırasında yaptığı konuşmada PKK ve Abdullah Öcalan’ı övücü sözler sarf ettiği gerekçesiyle 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7-2 maddesi kapsamında 1 yıl hapis cezasına çarptırdı. Cezalın ertelenmesi talebini de ret eden mahkeme, dosyayı Yargıtay’a yolladı.

ANF NEWS AGENCY

Demirtaş: İstifalar, PKK’ye karşı başarısızlığın faturasıdır

Posted in Haberler with tags , on 31/07/2011 by Karakök

AMED – BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş generallerin istifalarını PKK’ye karşı başarısız olan komutanlara kesilmiş bir fatura olduğunu belirterek, “Sivil hükümet de kendine fatura çıkartmalı ve Kürt sorununun çözümünü artık önüne koymalıdır” dedi. Demirtaş, ‘’Kemalizm yerine Tayyibizmi oturtmak istemiyorsa demokrasiyi kesinlikle toplumla buluşturmak zorundadır’’ ifadelerini kullandı.

BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş komutanların istifa ederek emekliye ayrılmak istemelerinin Türkiye’de şok yaratan bir durum olmadığını ve kriz çıkmadığını belirterek, “Yani görüldüğü üzere Türkiye’de şok yaratan bir durum değildir. Demek ki olabiliyormuş. Genelkurmay Başkanları da, Kuvvet Komutanları da istifa edince Türkiye’de bir kriz çıkmıyormuş. Ama bunun adı, ‘Türkiye’de askeri vesayetin kalkarak yerine sivil demokrasinin geçtiği’ şeklinde bir anlam da çıkmıyor. En azından biz bunu böyle okumuyoruz. Elbette ki Ergenekon davası darbe iddiaları, bunlar çok ciddi iddialardır, soruşturulması lazım. Kesinlikle böyle suçlara karışan bulaşan varsa cezalandırılması lazım” dedi.

BDP’nin tavrının net olduğunu ifade eden Demirtaş, “Ordu içerisinde olur veya dışında olur, darbe girişimi demokrasilerde demokratik parlamenter sistemlerde çok ağır bir suçtur. Bunun soruşturulması lazım. Bu nedenle ordu içerisindeki değişim, görev değişiklikleri ve bu yaşanan tıkanıklıklar bir demokratik sisteme evrilecek mi evrilmeyecek mi onu AKP’nin duruşu değil, halkın demokratik talepleri ve mücadelesi belirler. Yani AKP’ye kalsa mevcut statükonun yerine yeni bir sivil statükoyu inşa etmekten çekinmeyecektir. Bunun zaten güçlü belirtileri var. Ordu vesayeti, askeri vesayet kalktığını, Türkiye demokratik bir ülkedir demek daha erkendir” dedi.

Başarısız olan komutanlara çıkarılmış olan bir fatura olduğunu belirten Demirtaş, “Başbakan’ın özellikle yeni anayasa inşa süresinde Kürt sorununun çözümü meselesinde çok somut, inandırıcı, gerçekçi, kucaklayıcı adımlar atması lazım. Eğer sivil vesayet oluşturmak istemiyorsa ben çok açık söylüyorum, Kemalizm yerine Tayyibizmi oturtmak istemiyorsa demokrasiyi kesinlikle toplumla buluşturmak zorundadır. Bunun için koşullar her zamankinden uygundur, olgundur. AKP’nin ve Sayın Başbakan’ın halkın lehine bu fırsatı değerlendirmesi gerekir” dedi.

Demirtaş, “Bir de meselenin şu yönü vardır, 30 yıllık Kürt sorunu var ve 30 yıldır PKK’ye karşı mücadele eden bir ordu var. Eğer ordu PKK’ye karşı başarılı olmuş olsaydı Kürt sorununun çözümü konusundan en azından kendisi kendi paradigmasını tutturmuş olsaydı bunlar yaşanmayacaktı. Dolayısıyla başarısız olan komutanlara çıkarılmış bir faturadır. Bu demek değildir ki, sivil otorite de başarılıdır. Kürt sorunu olduğu yerde duruyor, komutanlara fatura çıkıyorsa sivil hükümette kendine fatura çıkartmalı ve Kürt sorununun çözümünü artık önüne koymalıdır diye düşünüyoruz” dedi.

ANF NEWS AGENCY

Firat

Yunanistan Lavrion’u kapatma peşinde

Posted in Duyurular with tags on 31/07/2011 by Karakök

LAVRİON – Lavrion mülteci kampının Yunanistan yönetimi tarafından tadilat gerekçesiyle boşalttıktan sonra kapatmak istediği iddia edildi.

Mülteci kampı sakinlerinden alınan bilgilere göre Yunanistan Sağlık Bakanlığı bir süreden beri kamptaki mültecilere başka yerlere nakil edilmeleri konusunda baskı yapıyor. Lavrion kampındaki yapıların tadilatının gerekli olduğunu öne süren Yunan yetkililerin asıl amacının kampın tamamen kapatılması olduğu haber veriliyor.

Kampta ayrıca bir süreden beri yaşanan altyapı sorunlarının son dönemlerde iyice arttığı, sıcak suyun günlerdir kesik olduğu ve bu nedenle bazı çocukların hastalandığı bildiriliyor.

Kamp sakinleri yine günde güne kampa sağlanan gıda miktarının azaltıldığını ve bu şekilde kamptaki siyasi mültecilerin yıldırılmak istendiğini kaydediyor.

Kampın onarılması konusunda Yunan makamlarıyla aynı fikirde olduklarını ifade eden kamp sakinleri ancak Yunanlıların kendilerine Lavrion’a geri dönüş garantisi vermediklerini belirtiyor. Siyasi mülteci konumundaki kamp sakinleri güvence almadan hiçbir şekilde kamptan çıkmayacaklarını kaydediyor.

Kamp sakinlerinin Sağlık Bakanlığına yazdıkları mektupta sıraladıkları talepleri şöyle:

“Kampımızın tamir edilmesini istiyoruz. Bunun için bizi adeta esir, askeri kamplarını andıracak şimdiki hazırlanan kampa değil, binalı bir kampa geçici olarak yerleştirebilirsiniz.

Bu isteğimiz imkansız ise, bizi Lavrionda binalı ve hepimizin kalabileceği bir kampa yerleştirebilirsiniz.

Eğer ki ilahi kamp yıkılacak “kamp yıkılacak” diyorsanız o zaman bize resmi olarak kampın yıkılıp bir süre sonra yapıldıktan sonra bizi tekrar kampımıza yerleştireceğinize dair, bakanlığın resmi bir yazı belgesini vermeniz.

Kapımızın yeri yerleşik alan içersinde olmalıdır. Çünkü toplum ve çevre ile ilişki halinde olup rehabilitasyon rolünü bu şekilde oynayabilir. Çocuklarımız ve günlük insani ihtiyaçlarımızı karşılamamız için toplum ve halk ile iç içe olmamız gerekmektedir. Yine okul okuyan çocuklarımız var. Okula gidip gelmenin şartları uygun olabilmelidir. Bütün bu konuları sizinle tartışıp makul bir çözüme ulaşabileceğimiz inancı ile bizi bir kere de olsa anlamanızı rica ediyoruz.”

ANF NEWS AGENCY

Firat

Burkay’dan AKP için dönüş

Posted in Duyurular with tags on 31/07/2011 by Karakök

RUKEN ADALI -ANF

İSTANBUL – Sürgünden Türkiye’ye dönen Kemal Burkay’ın ilk mesajı hükümete oldu, “Açılıma destek için geldim” dedi.

Atatürk Hava Limanı’nda HAKPAR üyeleri tarafından karşılanan bugün akşam saatlerinde Taksim Hill Otel’de bir basın toplantısı düzenleyerek, geliş nedenlerini anlattı.

Burkay, Türkiye’ye dönüş gerekçesini, “hükümetin açılım sürecine destek vermek” olarak açıkladı. Medyaya kendisine verdiği destekten dolayı teşekkür eden Burkay, “Dönüşümde medyanın desteği de önemli. Düşüncelerimi özgürce ifade etmemi sağladı” dedi.

HÜKÜMETİN AÇILIMI CESARETLİ BİR ADIM

Hükümetin açılım adı altında yürüttüğü politikaları cesur adımlar olarak tanımlayan Burkay, “Ülkede hükümetin başlattığı bir açılım süreci vardı, duraksa bile. Düşündüğümüz hızda ilerlemese bile. Yine de cesaretli bir adımdı. Umuyorum ki, bu yeniden başlayacak, bazen umut kırıcı gelişmelere ve tutumlara rağmen. Yeniden başlayıp gelişebileceğine inanıyorum ve kişi olarak buna destek vermek istiyorum. Ülkeye geliş nedenim bu” diye konuştu.

1993 yılından sonra Kürt sorununda 2. yumuşama dönemine girildiğini iddia eden Burkay’ın “Bu sürecin sabote edilmesini engellemek için de geldim” sözleri dikkat çekti. Burkay, her iki tarafta da süreci sabote etmek isteyenler çıkabileceğini söyledi.

SÜRECİ SABOTE EDENLERİ ENGELLEMEK İÇİN GELDİM

Konuşmasında sık sık Turgut Özal’ı anan Burkay, 1993 yılında Şam’da PKK lideri Abdullah Öcalan’la imzalanan protokolü anımsattı. O günleri birinci yumuşama dönemi olarak tanımlayan Burkay, “O şans heder edildi. 2-3 yıldır yeni bir şans var. Ancak bu süreci sabote etmek isteyenler de bulunuyor. Her iki tarafta bulunur bu unsurlar. 2. Yumuşama dönemi dönüş koşullarını oluşturdu” diye konuştu.

Demokratik özerklik tartışmalarına değinen Burkay, “Tartışmak önemli. Özgürce tartışmak için olanaklar var. Bunu sabote etmemek gerek. Bu gelişmeler ilk olarak halkın eseri. İkincisi politikacılar ve aydınların. Son olarak da hükümetin eseridir” dedi.

Kemal Burkay konuşmasının ardından gazetecilerin de sorularını yanıtladı. Burkay, “Kürt sorununun çözümünde ortak paydada buluşmaya hazır mısınız?” sorusuna yanıt verirken uzun uzun PKK ile aralarındaki farkı anlattı.

Burkay şu şekilde konuştu: “Kürdistan İşçi Partisi (PKK) bizden sonra kurulmuş bir örgüt. Ayrı bir örgüt, daha yola çıkışta farklarımız vardı. Silahlı mücadeleyi temel alıyorlardı, legal mücadeleye karşıydılar. Daha sonra ‘bağımsız birleşik Kürdistan’ diyorlardı. Biz ise federal çözümü temel aldık. Hem yöntem hem de program olarak farklarımız devam etti. Onların süreç içinde program hedefleri değişti, bizim ki değişmedi. Müştereklerde elbet birleşebiliriz. 1993 protokolü müştereklerde birleşmeydi. Bu protokolü Şam’da Öcalan’la birlikte imzaladım. O zaman Özal’ın girişimiyle başlayan ve bizim üzerinde anlaştığımız protokol, gerçekleşseydi bana göre, bugün Türkiye’de Kürt sorunu tartışılmazdı.”

Burkay, “DTK ile bir temasınız olacak mı?” sorusuna, “Çeşitli siyasi partilerle demokratik örgütlerle diyalogum olur tabi. Ben büyük güçlere sahip bir insan değilim. Hükümetle muhatap olup sorunları çözmek bu işi bitirmek gibi iddiam yok. Yani, gerçekçiyim. Politikada taraf olmak, sorunların çözümünde etkili olmak güç gerektiriyor. Güç tek başına yetmiyor. Yetseydi PKK bu sorunu çözerdi. Çözüm yöntemi önemli. İzlenen yöntem, amaç çözüme uygun mu, çözümsüzlük mü? Kullanılan yöntemler doğru mu?” yanıtını verdi.

“DTK içerisinde siyaset yapmayı düşünüyor musunuz?” sorusuna net yanıt vermekten kaçınan Burkay, şu şekilde konuştu: “Ben öyle ‘evet hayır’lı yanıt vermeyi doğru bulmuyorum. Solcu gelenekten olduğum için kısa konuşmayı başaramıyorum. Her örgütle diyalogum olur. En yakın bulduğum örgütü desteklerim, yanlış yaptığında eleştiririm. DTK ve BDP’deki insanlarla görüşebilirim. Aramızda kan davası yok. Eleştirilerime uğramışlardır. Legal yada başka planda bütün örgütlerin demokratik işlemesini isterim, buna önem veriyorum. Yanlış bulduğum yolda yürümem.”

PKK’YE AÇILIMI DESTEKLEMEDİ ELEŞTİRİSİ

Kemal Burkay, başka bir soru üzerine, PKK’yi hükümetin açılım sürecini desteklemediği için eleştirdi, “AKP döneminde Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı ‘Kürt sorunu bizim en önemli sorunumuz’ açıklaması önemliydi. Başbakan da benzer açıklamalar yaptı. Ardından da açılım süreci geldi. Kürt hareketi içinde en örgütlü, en büyük örgüt bunu desteklemeliydi. Hükümeti cesaretlendirmeliydi” diye konuştu.

Burkay, gazetecilerin sorularının ardından çoğunluğunu HAKPAR üyelerinin oluşturduğu katılımcılarla özel bir toplantı yaptı.

ANF NEWS AGENCY

Rossport Solidarity Camp and the struggle against Shell

Posted in English with tags on 31/07/2011 by Karakök

The Rossport Solidarity Camp was established in the summer of 2005 and since then has provided an important focus for campaigners travelling to Mayo to support the local struggle. Here we speak to Sean Mallory, a WSM member who has spent a considerable amount of time at the camp, about his experiences. Please note that the views expressed are his own and do not necessarily reflect the views of the Camp.

(Pic A night down the local pub during a solidarity weekend)

As we go to press (early January 2007) the campaign against Shell’s attempts to force a high-powered gas pipeline through the Rossport area of Co. Mayo continues.

 

Can you give a brief overview of the Shell to Sea Struggle so far?
Shell to Sea is opposing the Corrib gas project that proposes to build an on-shore gas refinery nine kilometres inland. This refinery is connected to a gas well out at sea by a production pipeline (contains raw gas). This type of pipeline has never been built before. If ever constructed, it would pass within seventy metres of people’s homes.

The initial community campaign opposed the project on health and safety grounds but the campaign analysis has now widened to encompass a critique of democracy in Ireland. This critique also incorporates a critique of the privatisation. The gas fields were given to Shell, Statoil and Marathon pretty much for free including tax write-offs etc. The five-demand charter of the campaign includes a call to renegotiate the deal that gave the multinationals such great terms.

The campaign began in 1999 when the original development plans were finalised. The struggle at that point was through planning authorities and other governmental bodies. By 2005 all appeals through the legal process and the community were exhausted in failure. Decisions in favour of the campaign were overturned and manipulated. Shell and their partners also began the preparatory works at the proposed terminal site.

In June 2005 Shell attempted to start laying the production pipeline through land belong to local farmers. A number of farmers resisted this by blocking a road that Shell needed to access the land. The State gave Shell an injunction, which said that the community had to allow the trucks through. When the community continued their protest, five farmers were imprisoned for 94 days.

This totally backfired on the State and Shell. The campaign grew more militant. In response to the jailing, the community shut down all Shell’s sites. The five prisoners were released, on the eve of a national protest, following intense national and international pressure.

The campaign did not stop its daily pickets against Shell and these continued for 18 months until they were forcibly broken by 200 gardai in November 2006. Since then the campaign has faced a vicious campaign of intimidation, harassment and physical abuse from the gardaí.

When did activists like yourself get involved?
In June 2005 a gathering was organised by activists from the libertarian movement in Ireland in Rossport. This was on the back of a few individuals building up a relationship with the campaign over the previous months. This gathering was a great success with community activists giving talks and showing people what the issue was about. Contacts were swapped and a few weeks later, in the run up to the jailing, some farmers asked for more on the ground support. A handful of people went and started to lend their support and slowly numbers grew and we set up a camp in late July 2005.

Were you local to the area?
None of us were from the immediate locality; two people were from the same county, living in a town 50 miles away.

What was your initial view or perception of community politics?
I had no experience of working in community-based activism. I had finished college and the only major political involvement I had had was in preparation for the G8 summit in Scotland. I didn’t know what to expect. In one way I arrogantly considered myself as a “political activist”. I thought I was getting involved in something where I would learn nothing and was imparting knowledge – an expert if you will. This idea was very soon dispelled and I very soon realised that I was going to learn more about activism from the community campaigners than my few years’ experience could offer them.

I quite soon began to see libertarian tendencies in the community struggle. These were aspects of libertarianism that most people innately have in them such as solidarity, mutual aid and standing up to authority. This is not to argue the community was libertarian: far from it, just these aspects were obvious to see.

There were also problems, which we saw too. People had trust in the state institutions, such as the police, because most people had never really interacted with them before. This was learned the hard way – by the end of a baton and a boot. But this experience of community politics forever broke me from the myth that there is only one method or path of progressive struggle against capital.

How did you feel getting involved in a community coming from activist-based anarchist experience?
When I first went to Rossport I was paranoid about coming from a libertarian-left anarchist movement. How would people take our involvement? However in many ways this was a perception in my head rather than a real problem. In being involved in college politics and anti-G8 protest, we often get taken up by what the upper classes think of us when we read their press, listen to their radio programs, watch their T.V. We read in the papers how we are something to fear and how we are vicious and threatening. At times anarchists indulge in this so as to feel important. This makes us paranoid, very under- confident in our politics, when dealing with local communities because we sometimes assume they have a similar view of us as the mainstream media. But there is no reason to have this attitude.

In Rossport we didn’t go screaming from the rooftops “I’m an anarchist” but at the same token, we are honest about it. That’s what people are most impressed with, by the fact that we are honest with them. There are no backroom deals. We say what we think. We act in solidarity as opposed to off our own bat. We don’t carry out actions on our own and I think that this has led to a trust.

Of course some people in the community politically disagree with us but that is the nature of life and community politics. I’m sure there are people who question our motivation and suspect some non-existent sinister underlying motive. But the majority respect the solidarity we have given them.

What problems have you encountered?
When I came to this from activism, I assumed most people in a meeting would have a similar understanding of jargon and be at a similar political level. This of course is not true. In a community, by its nature, you have people from all backgrounds and all different life experiences. This is very obvious in Erris where a lot of people have emigrated and since returned and experienced many things while in England, Europe or the US. In local meetings it can at times be difficult and frustrating but a major lesson I learned was that, if people are given time to adjust and not pressurised, they often rise to the occasion.

How democratic is the campaign?
There are between one and two community meetings a week, depending on the campaign pressures. Anyone can attend these meetings and no one is denied access (bar the media occasionally). The issue of democracy is a thorny one. When we arrived in June 2005, there was no community forum. There were just informal meetings in people’s houses. In August 2005, regular meetings started to be held. There has never been proper chairing of these meetings and no decision- making structure has been agreed. Therefore working in the campaign can be quite a minefield. This structure served us well when the campaign was quiet. It was almost nothing more than a report back forum and there were rarely any contentious issues. We always failed to have a discussion on long-term strategy, although it was continually raised over the summer. The problem was that the structure couldn’t allow decisions like these to be made. When the police broke the picket (see news reports on www.indymedia.ie or www.corribsos.ie) the structure, or indeed structurelessness, was totally inept. We couldn’t make decisions either quickly or democratically.

The camp activists certainly collectively aspire to a more democratic structure, but in reality we failed miserably to make it happen. There was no firm decision-making structure; there wasn’t any proper chairing or facilitation. Meetings didn’t even follow an agenda. We in the camp have on countless times tried to address this but to no avail.

This is not to say that nobody has his or her say. In times of crisis events have moved too fast and people have held informal meetings at the picket. We are currently beginning a process, which many people hope will deliver a structure. It is slow and a case of one step back two steps forward but now we have agendas and minutes which is a step forward.

In tandem with this the issue of a national structure is trying to be rectified. There has been a bit of mistrust between the Erris community and some of the national groups and it is a difficult issue to sort out. It is largely based on miscommunication. This has been manipulated by the Socialist Workers Party who have tried to heighten the divide and make gains for themselves by trying to portray the national groups as hostile to the Erris groups.

What problems does the campaign face now?
The police at the moment pose a major problem. They can beat us black and blue and our bruises will heal, but fear is a much bigger thing to overcome. I think it is easier for those of us who expected this reaction from the state and perhaps have been in confrontational situations before to deal with this. However if fear gets into the community it will be difficult to challenge. You cannot argue logically against fear like you can against a conservative standpoint. Fear is something different. It is difficult to admit that you are afraid. Both people in the local community and, to a lesser extent, activists suffer from this difficulty. It is the aim of the state campaign to intimidate us. We are aware of this and while we have made errors in dealing with it, by no means has it overcome us.

Why is the Rossport struggle important to you?
It might seem like I’m presenting the community as an ideal community engaged in struggle against authoritarianism, the state and corporate power but nothing could be further from the truth. The people of Erris and the wider area are just normal people; farmers, fishermen, builders, whatever. They experience problems, make good decisions, bad decisions. But surely for libertarians that’s what it’s all about – ordinary people trying to run their lives by taking back their problems from the state and attempting to solve them.

(see http://www.corribsos.com for details of the Shell to Sea campaign or http://www.indymedia.ie for news

Norveçli faşist Türk faşist

Posted in Haberler with tags on 31/07/2011 by Karakök

Norveçli faşist Türk faşist
Faşist olmak gerçekten zor iş.

Önce, seninle aynı ulusa dâhil olmayan, “aynı kanı taşımayan” herkesten nefret edeceksin.

Bu zaten zor. Dünyada altı yedi milyar insan var, hemen hemen hiçbirini tanımıyorsun, ne yapıp ne ettikleri hakkında hiçbir bilgin yok, ama hepsinin senden kötü, geri, yetersiz olduğuna inanacaksın.

Bu zaten bir miktar salak olmayı gerektiriyor, ama bu kadar da değil. Ne kadar geri zekâlı ve cahil de olsan, zaman zaman bu insanların bazılarının “üstün ırk” üyesi olmamalarına rağmen iyi ve başarılı şeyler, hatta üstün ırktan daha da başarılı şeyler yapıyor oldukları kulağına gelecek. Buna inanmayı reddetmen, bolşevik mason Yahudilerin yalanları olduğuna kanaat getirmen gerek.

Dahası var. Seninle aynı kanı taşıyan ve dolayısıyla “üstün” olması gereken insanların da epey bir kısmından nefret edeceksin. Bunların arasında sosyalisti var, sendikacısı var, üstün ırkın üstünlüğüne inanmayan var, tüm insanları insan oldukları için sevenler var, üstün ırka yakışmayan bin türlü uygunsuz unsur var. “Millî” gibi görünseler de, aslında değiller. Bunlardan da nefret edeceksin.

Vallahi zor. İnsan metabolizması bu kadar nefrete zor dayanır. Ve sık sık olduğu gibi, yamulur.

Bu sorunu aşabilmek, tamamen sevgisiz kalmamak için olsa gerek, farklı üstün ırklara dâhil olan faşistler birbirlerini sever.

Örneğin, Anders Behring Breivik sürekli İngiliz faşistleriyle yazışıyor, haberleşiyor, dostluk edip ortak planlar yapıyormuş.

Ben de en çok buna bayılırım!

Ulan bi karar verin be! Norveçliler mi üstün ırk, İngilizler mi? Hanginiz yönetecek dünyayı?

İngiliz faşistlerinin herifle yazışırken bıyık altından kıs kıs güldüğünü, “Yok yahu, biz eskiden yedi düvele hükmetmişiz, size ne oluyor!” diye mırıldandıklarını tahmin edebiliyorum.

Ama diyelim ki, “Sizde de Viking kanı var, bizde de, siz de üstünsünüz, biz de” diyerek anlaştılar.

Peki, bunlar “Türk kanı” diye bir şey duymamışlar mı? Hiç mi haberleri yok? Nasıl böyle bir gaflet ve dalalet içinde olabiliyorlar?

Faşistlerin zaman zaman uluslararası buluşmaları oluyor, bunlara bizimkiler de gidiyor. (Kendi dışındaki tüm uluslardan nefret edenlerin uluslararası toplantı yapması biraz garip, ama yapıyorlar işte!)

Bu toplantılarda Breivik gibi uzun boylu, sarışın, mavi gözlü faşistler karşılarında kara kuru, kavruk, kara kafalı Türk faşistlerini görünce ne düşünüyor, ne yapıyor acaba?

Bizimkiler “Ne Viking’i lan, zaten Vikingler de Türk’tü” dediğinde, Breivik tüfeğine uzanmıyor mudur? Uzandığında Alman faşistleri giriyordur herhalde araya. Olayı tatlıya bağlıyorlardır. Çünkü Alman faşistleri Türkleri çok sever.

Ve bu sevgi karşılıklıdır. Bizimkiler de Alman faşistlerini çok sever. Nihal Atsız’dan Cevat Rıfat Atilhan’a, Zeki Velidi Togan’dan Alparslan Türkeş’e, Türk faşizminin babaları hep Alman hayranıdır.

Almanya’da faşistler Türklerin oturduğu evleri kundaklayıp “Türk öldürmece” oynarken bunu unutuyorlar nedense. Uluslararası toplantılarda Türk faşistleri de bunu hatırlatmayı unutuyordur herhalde.

Zaten bizimkiler biraz ezik olsa gerek o toplantılarda.

Düşünsenize. Anders Behring Breivik kalkıyor, “Ben,” diyor, “en az 76 tane ateist, solcu çocuk öldürdüm. Ya siz?”

Bizimki kalkıyor, “Biz,” diyor, “Kürtlerin yoğun olduğu Zeytinburnu mahallesinde gösteriler yaptık.”

“Ee,” diyorlar, “sonra? Kaç tanesini öldürdünüz?”

“Vallahi, öldürecektik, ama öldüremedik işte. Bizim ilçe başkanı var, Osman diye bir adam, çıktı, bozkurt işareti yapanların MHP’li olmadığını söyledi. Führer’imiz ‘itidal’ filan dedi. Kafamız karıştı. Birkaç dükkân yaktık, itiştik kakıştık, evlerimize döndük. Bir dahaki sefere inşallah.”

Roni Margulies

http://www.taraf.com.tr/roni-margulies/makale-norvecli-fasist-turk-fasist.htm

Tutukluyu yakarak öldüren jandarma

Posted in Duyurular with tags , on 31/07/2011 by Karakök

Tutukluyu yakarak öldüren jandarma

‘Hayata Dönüş’ operasyonu, 30’dan fazla tutuklu ve hükümlünün ölümüne yol açmıştı. Bu ölümlerde askerin, medyanın ve siyasilerin sorumluluğu büyüktü.

19 Aralık 2000’deki, 30’dan çok tutuklu ve hükümlünün ölümüne yol açan ünlü ‘Hayata Dönüş’ operasyonu davasındaki yeni gelişme, felaketin derinliğini teyit eder nitelikte. Operasyona katılan jandarma astsubay, kadınlar koğuşuna yönelik insanlık dışı operasyonu bütün çıplaklığıyla anlattı. Kadın tutukluları bilerek ve kasten yakmışlardı. Kadınlar canlarını kurtarmak için kapıya yöneldiklerinde asker kapıyı üstlerine kapatmış ve yanarak ölmelerine neden olmuştu. Bunu medyaya “Kendilerini yaktılar” diyerek servis etmişlerdi.
Operasyondan 10 gün önce, yani 9 Aralık sabahında cezaevine giden Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Mehmet Bekâroğlu ve Can Dündar’ın da aralarında bulunduğu 6 kişilik görüşme heyetinin içindeydim. Bayrampaşa Cezaevi’ndeki ölüm orucu 60. güne ulaşmıştı. Acil bir çözüm adına tutuklu temsilcileriyle görüşmeye gittik.
Saatler süren ilk görüşmenin ardından, bir çözüm umuduna kapıldık. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, direnişe neden olan F tipi cezaevlerine nakli 6 ay ertelediğini açıkladı. Bakan, sivil toplum kuruluşlarının (Tabipler Odası, Baro, TMMOB) konuyla ilgili görüşlerinin alınarak tepkiye neden olan cezaevlerinin düzeltilebileceğini de söyledi.

Operasyonculara medya desteği
İlk heyetin ikinci gün görüşmelerden çekilmesi üzerine 11 Aralık günü biz görüşmelere Mehmet Bekâroğlu ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle birlikte devam ettik. Görüşmeler bazen umutlu hale geliyor, bazen tıkanıyordu. Türk, “Devlet içinden bazı güçler operasyon istiyor” imasında bulunarak hızla bir çözüm üretmemiz gerektiğini ifade ediyordu.
9 gün süren yoğun görüşmeler sonunda bir çözüm üretilemedi ve Türk’ün ima ettiği ‘devlet içindeki güçler’ harekete geçti. 33 kişi aynı anda 20 cezaevine yapılan operasyonda öldürüldü. Daha sonra devam eden ölüm oruçlarıyla birlikte ölenlerin sayısı yüzü aştı. Sakat kalanlar 500 civarındaydı. Sol örgütlerin süreçteki hatalarını bir gün ayrıca analiz edebiliriz ama askerin, medyanın ve siyasilerin sorumluluğunu hatırlamalı ve bir yere kaydetmeliyiz.
Operasyon, olabilecek en insanlık dışı yöntemlerle gerçekleştirildi. Medya, sunulan yalan haberleri daha da cilalayarak kamuoyunu yanılttı, operasyonculara cesaret verdi, operasyonun katliama dönüşmesini kışkırttı. Bu destek, ölüm orucunun ilk günlerinden itibaren adım adım inşa edildi. Hemen hemen bütün büyük gazeteler ve TV kanalları ‘operasyoncu’ bir yaklaşım sergiledi. Tutuklu ve mahkûmlar hedef gösterildi.
O gazetelerden birinin genel yayın yönetmeni, sorunun çözümü için uğraşanlardan birisi olan beni, kişisel olarak hedef alan tuhaf bir başyazı yazdı. Çözüm yanlısı doktorlar, avukatlar, medyanın ve köşe yazarlarının saldırısı altında kaldılar.

‘Utanç’ kayıt altında
Vahşetin zirveye tırmandığı yer, Bayrampaşa Cezaevi’nin kadınlar koğuşu oldu. Kadınları hâlâ ne olduğu çözülemeyen yanıcı kimyasallarla yaktılar. Yine o günlerde, yanan (ama olaydan sağ çıkan) kadınlardan ikisinin olayı anlatan mektubunu köşemde yayımlamamın ardından, kendi gazetemde beni hedef alan birçok yazı yer aldı.
Jandarma astsubay o gün kadınların mektuplarında anlattıklarını daha da ayrıntılı bir şekilde doğruluyor. Silahsız, dört duvar arasında kapalı olan kadınlar, yürek yakıcı bir acımasızlıkla jandarma tarafından yakılmışlardı. 6’sı hayatını kaybeden kadınların sağ kalanları, yanık bedenleriyle, yüzleriyle yaşama tutunmaya çalışıyorlar.
Umarız adalet, bu işi örgütleyen, planlayan komutanların hesap vermesine (yani gerçek suçlulara) odaklanır ve kendi yurttaşını gözünü kırpmadan öldürebilen bu anlayıştan hesap sormakta gecikmez.
Dönemin etkin gazetecilerinin ‘utancı’ ise kayıt altında. Manşetler arşivlerde… Tabii kayda değer bir ‘utanma’ veya ‘çekinme’ belirtisinden söz etmek zor. O isimlerin önemli bir bölümü, hâlâ medyanın etkili yerlerinde ahkâm kesiyor ve üstelik bu kez de sivil faşizm endişesi rolünde ‘modern’ performanslar ortaya koyuyor.

Oral Çalışlar

Savaşa karşı Rock-A 2011 “Türcülüğe de karşı”

Posted in Eko yazilari with tags on 29/07/2011 by Karakök
Özgürlük; herkese, her şeye!Düşünceye, İfadeye, Farklılıklara, Dillere, Kültürlere, İnançlara ve İnanmama Hakkına, Örgütlenme Hakkına, Kadınlara, Cinsel Yönelimlere, Vicdanen reddetmeye, Bilgiyi paylaşmaya, İletişime, Seyyah olup gezmeye, Gönlünün istediği her yere Göçmeye, Sınırsız, Hesapsız, İktidarsız, Yaşamaya, Sevmeye, Sevilmeye, Sevişmeye, Doğaya, Hayvanlara ve İnsanlara Özgürlük! Herkese, Her şeye! diyen Rock – A Savaşa karşı, barıştan yana;  yeryüzündeki her türlü savaşa, her türlü şiddete, ırk ve cinsiyet ayrımcılığına, milliyetçiliğe, açlığa, yoksulluğa, paralı eğitime, paralı sağlığa, adaletsizliğe, militarizme, küresel iklim felaketine, her türlü kültürel ve sosyal yozlaşmaya, insan hakları ihlallerine, işkenceye, nükleer santrallere karşı alternatif olma özellikleri içeren  gönüllü girişimcilerce oluşturulmuş, ticari özellik taşımayan bir festivaldir.

Hak ihlallerinde sırasıyla kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve bitkiler en çok kesimin şiddetine uğrarlar.Rock – Aşiddet karşıtlığına, gönderdiği alttaki açıklamayla “türcülüğü” de ekliyor. Tebrikler.

Ekin

Rock – A, özgurluk mücadelesinin önemli bir parcasi olan ‘Hayvan Özgürluğü!’ şiarına neredeyse her sene yer veren bir festivaldir. Aynı zamanda, vejetaryen olan ve hayvan özgürlüğü alanında mücadele yürüten birçok Rock – A gönüllüsü var. Bu arkadaşlarımız bir çok kez festival menüsünden etin çıkarılması yönünde fikirlerini dile getirmişlerdir. Bu sene bu düşünce daha ayrıntılı bir şekilde ele alınarak üzerinde tartışıldı ve konsensus olarak festival menüsünde etli yemeklerin olmamasına karar verildi.

Bu elbette ki politik bir adım. Çünkü günümüzde birçok sektor yüz milyonlarca hayvanı sistemli bir şekilde katledip, işkence kosullarında yaşatıyor ya da deneylerde kullanıyor. Hayvanlara, yeryüzünü paylastığımız canlılar olarak değil, birer endüstriyel tüketim maddesi gözüyle bakılıyor. Bu bakış aslında insanın insanı köleleştirmesinin de başlangıcı anlamına geliyor. Çünkü insan emeği de iktidarlar ve kapitalizm için bir tüketim maddesi.

Bu konuda yazılabilecek, söylenebilecek ve tartışılabilecek çok şey var aslında. Fakat gelin biz bu tartışmaları festival alanına bırakalım. Son olarak şunu söyleyebiliriz; eğlenmek amacıyla bir araya geldiğimiz bir şenlikte –yani bırakalım da en azından Rock – A’da- biz eğlenebilelim diye birkaç hayvan daha öldürülmesin.

www.rock-a.org

insanahayvanagezegeneozgurluk2-01-180x180.jpg

KKTC, Gayri Tabii Cinsi Münasebetten İki Erkeği Tutukladı

Posted in Feminizm with tags , on 29/07/2011 by Karakök

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 37. yıl dönümünde, Lefkoşa’da iki erkek, “doğaya aykırı cinsi münasebet”te bulundukları gerekçesiyle gözaltına alınmalarının ardından mahkemeye çıkarılarak tutuklandı. Okumaya devam et