Bir itiraf: İmroz’u nasıl Gökçeada yaptık
Bir itiraf: İmroz’u nasıl Gökçeada yaptık
Eski bir gazete kupüründen alınan fotoğraf 1973 yılının temmuz ayında
çekilmiş. Sık sık sel baskınları olan Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı
Şahinkaya Köyü’nden 61 aile, Köyişleri Bakanlığı tarafından
yerleştirildikleri Gökçeada’ya doğru yola çıkıyor. Peki, neden bu kadar
uzağa gidiyorlar? Karadeniz’in bir dağ köyünden, 1400 km. uzakta Ege’nin
ortasında bir adaya niye gönderildi bu 61 aile?
Trabzonlu köylülerin yerleştirildiği, Gökçeada’daki Dereköy, 1950 ile 1960
yıllarında arasındaki nüfus sayımlarına göre Türkiye’nin en büyük köyüydü.
Ama Trabzonlu aileler geldiklerinde o 1900 kişiden geriye çok azı kalmıştı.
Çünkü köy bir Rum köyüydü ve 1960 ile 1970 arasında o küçük adada halen
devletin kabul edip özür dilemediği resmî bir kâbus yaşanmıştı. Dünkü
Taraf’a Kelemet Çiğdem Türk’ün İmroz’da kalan son Rumlardan bilinen adıyla
Barba Yorgo ile yaptığı dokunaklı mülakatı okurken bundan iki yıl önce
Balyoz Seminer ses kayıtlarını dinlediğimden beri yazmak isteyip bir türlü
fırsat bulamadığım tarihî bir itirafı yazma zamanının geldiğine karar
verdim.
İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) Lozan Anlaşması’yla Türkiye’ye
bırakıldı. Ama bir şartla burada çoğunluk olan Rumların özerkliğine
karışılmayacak. Ama Türkiye Cumhuriyeti verdiği sözü sadece üç yıl
tutabilmiş. 1927’de çıkarılan 1151 sayılı Mahalli İdareler Kanunu ile
adadaki Rumların özerkliği ellerinden alınmış, Rumca özel okullar
devletleştirilmiş. Yetmemiş önce Varlık Vergisi ile sonra da Rumların mal
almalarına getirilen yasaklar ve adaya gönderilmeye başlanan Türk
yerleşimcilerle huzursuzluk artmış. Ta ki Demokrat Parti’nin iktidara
gelmesi ve Türkiye’nin NATO üyeliği sebebiyle Yunanistan’la yeni bir sayfa
açmasına kadar. DP iktidarı 1951 yılında 27’deki kanunu iptal edip, Rumca
özel okulların açılmasına yeniden izin vermiş.
Kıbrıs meselesi ile artan gerilimlerle 1958 yılında rüzgâr adalara yeniden
ters esmeye başlar. 1958 yılında iki ada güvenlik bölgesi ilan edilir.
27 Mayıs darbesi ise İmrozlulara da darbe olur. 1961 yılında “Adadaki Rumlar
Yunanlıların desteğiyle Türklerin arazilerini satın alıyor, plebisit yoluyla
Yunanistan’a katılacaklar” haberleri ayyuka çıkınca Rumların arazi alışı
yasaklanır. Çocuğuna düşük not verdi diye bir Rum babanın iki Türk öğretmeni
dövmesi Meclis’e kadar taşınır. Vekiller adaların güvenliği için Türklerin
çoğunlukta olmasının altını çizerler. Kıbrıs’ta kanlı Noel’le birlikte
gerilimler arttıkça Rumlara karşı dil de sertleşir.
27 Mart 1964 tarihli MGK’da kabul edilen Eritme Programı ile ise adaların
Türkleştirme süreci başlar. İnönü hükümeti önce ünlü 64 yasasıyla Türkiye’de
yaşayan Yunan uyruklu Rumları göçe zorlar. 1951’de iptal edilen Mahalli
İdareler Kanunu’ndaki hüküm yeniden yürürlüğe konup, Rum okulları yeniden
kapatılır. Daha da ileri gidilir Gökçeada’da yaşayan 30 Rum milli güvenliği
ihlal eden davranışları sebebiyle vatandaşlıktan çıkarılır. 300 Rum ise
“Türklere has sanat ve meslekleri terk etmeleri” için uyarılır.
Ve öldürücü darbe. Dereköy’ün hemen aşağısına devlet Yarı Açık Cezaevi
kurar. Adaya önce mahkûmlar getirilir sonra da aileleri. Adada tarım
işleriyle uğraşan mahkûmlar serbestçe dolaşmaktadır. Mahkûmlar Rumların
hayatını karartır. Tecavüz, hırsızlık, darp hatta adadan göç eden Rumların
iddiasına göre altı cinayet işlerler. Yetmez devlet birden bire adada TİGEM
vasıtasıyla üretim çiftliği kurmaya karar verir. Rumların geçimlerini
sağladıkları zeytinlikler kamulaştırılır. Adanın ekilebilir arazilerinin
yüzde 90’ına devlet el koyar. Hem de yumurtanın tanesinin 25 kuruşa
satıldığı yıllarda metrekaresine sekiz kuruş vererek.
Adadaki bu resmî mobbing Yunanistan’ın tepkisini çeker. Mütekabiliyet için
Rodos’taki Türklerin gönderilmesi bile gündeme gelir. Artan uluslararası
baskılar üzerine 1966’da Yunanistan Büyükelçisi’nin adaya gitmesine izin
verilir. Büyükelçi feribottan inince etrafını saran Rumlar “Alın bizi
buradan” diye bağırmaktadır. Çocuğunu ona vermek isteyenler bile çıkar.
Rumlar adayı hızla terk ederler. 1970’de son darbe vurulur ve antik
Yunan’dan beri İmroz olan adanın adı Gökçeada’ya çevrilir. Ve Türkiye’nin
her yerinden aileler zorunlu iskânla adaya yerleştirilir.
Uzun yıllar MGK yasasıyla yönetilen, feribottan inenlere kimlik sorulan ada
şimdilerde normalleşmeye çalışıyor. Taraf’taki röportajdan bu Eritme
Programı’nın ve resmî zulümle yargı önünde hesaplaşma için adımlar
atıldığını öğrendik. Türkiye adayı planlı bir şekilde Rumlardan
arındırdığını hep inkâr etti.
Ta ki Balyoz ses kayıtlarına kadar. Dönemin Birinci Ordu Komutanlığı Plan
Harekât Şube Müdür Albay Bülent Tuncay 2003’deki Plan Semineri’nde
anlatıyor:
“Şimdi burada çok mahrem çok gizli şeyleri de ne yapıcağız görüşeceğiz.
Zaten öyle yani plan çalışmasının ana amacı bu. İlk kapsamda buradaki
Rumları Gökçeada’dan göçertmek için jandarma komando birliği gönderdik.
Bölgeye açık hapishane yaptık. Bölge içerisinde bunun sonuçları da önemli
işte miktarda göç oldu. Adım adım sanıyorum devlet kuruluşlarında bölgede
bir işte açık cezaevinde bazı şeyler yapıldı bazı ekimler dikimler falan
filan. Bunun ortaya saldığı bazı konular bunu tartışmıyorum. O zamanki
şartlar içerisinde şimdi böyle bir şey yapmak olanak dışı ama o zamanki
Türk-Yunan ilişkileri çerçevesinde böyle bir şey yapılma zarureti çıkmış
onlara da Batı Trakya’daki uygulamalara karşı.”
İmrozlulardan özür zamanı gelmedi mi?
http://www.taraf.com.tr/yildiray-ogur/makale-bir-itiraf-imroz-u-nasil-gokcea
da-yaptik.htm
Bir Cevap Yazın