|
|
http://www.evrensel.net/haber/80928/basina-gaz-bombasi-isabet-eden-cocugun-durumu-kritik.html#.UzHrpfl_u6M
Diyarbakır Silvan’da polisin attığı gaz fişeğiyle vurulan 10 yaşındaki
Mehmet Ezer’in durumu ciddiyetini koruyor. Ağır yaralanan Ezer’in
kafatasının yarıldığı ve beyninde ciddi hasar oluştuğu öğrenildi.
[image: gazfisegi]<http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2014/03/gazfisegi.jpg>
BDP’nin Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde düzenlediği mitingin ardından
gerçekleşen polis müdahalesinde gaz bombası fişeğiyle vurularak ağır
yaralanan Mehmet Ezer, ilk müdahale sonrasında Diyarbakır Dicle
Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne getirildi.
Yapılan müdahalenin ardından yapılan açıklamada, Mehmet Ezer’in hayati
tehlikesinin bulunduğu belirtilerek, beyinde basınç oluşması nedeniyle
ameliyata alınamadığı bildirildi.
[image: mehmetezer]<http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2014/03/mehmetezer.jpg>
Evrensel muhabiri Faruk Akyıldız, yoğun bakımda tutulan Mehmet Ezer’in
durumunun ciddiyetini koruduğunu aktardı.
[image: Mehmet Ezer vurulmadan önce BDP’nin Silvan’da düzenlediği miting
alanında açılan bir pankart. Foto:
@dSbdkyAgyn]<http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2014/03/@dSbdkyAgyn.jpg>
Mehmet Ezer vurulmadan önce BDP’nin Silvan’da düzenlediği miting alanında
açılan bir pankart. Foto: @dSbdkyAgyn
—
Av.Yıldız İmrek
Yeni yazım… Haluk Ünal
Selamlar
WordPress.com http://WordPress.com taksimsozlesmesi yayımlandı:”Haluk Ünal Blogumu izleyenlerin malumu. Yeni okuyacaklara küçük bir açıklama ile başlamakta yarar olabilir. Hiç bir siyasi partiyle organik bağım olmadığı gibi, kimseye akıl vermek, yol göstermek gibi bir niyetim de yok. Bence çağımızın sunduğu b” Yeni Taksim Sözleşmesi yazısı http://unalhaluk.wordpress.com/author/taksimsozlesmesi/ Demokratlar, Solcular, Oyunu Neden HDP/BDP’ye Vermeli-1 http://unalhaluk.wordpress.com/2014/03/25/demokratlar-solcular-oyunu-neden-hdpbdpye-vermeli-1/ by taksimsozlesmesi http://unalhaluk.wordpress.com/author/taksimsozlesmesi/ Haluk Ünal
Blogumu izleyenlerin malumu. Yeni okuyacaklara küçük bir açıklama ile başlamakta yarar olabilir.
Hiç bir siyasi partiyle organik bağım olmadığı gibi, kimseye akıl vermek, yol göstermek gibi bir niyetim de yok.
Bence çağımızın sunduğu bu mükemmel imkan nedeniyle, zaman zaman düşüncelerimi şu gökkube altında kalıcı bir yerlere kayıt düşme ihtiyacı hissediyorum. Dahası buna kendimce ilkesel bir anlam yüklüyorum.
Seçimde oyumu kime ve niçin vereceğim konusundaki kararımı da kayda geçmeyi hedeflemiştim. Öncekilerle benzer içerikte bir arz-ı hal ya da kayıt düşme yazısı olacaktı.
Ancak bir süreden beri başta Sırrı S. Önder olmak üzere HDP li sözcülere ve HDP ye dönük, kökü içerde ve sistematik kampanya bu tartışmaya katılma kararı vermeme neden oldu.
Cürmüm kadar yer yakarım. Ama önerim o ki, benzer düşünceleri savunan herkes lahavle çekmeyi bırakıp cürmü kadar yer yaksın sonucu birlikte görelim.
Çünkü bu kampanya en hafif deyimiyle ayıp. Daha ötesi sistematik bir ideolojik ve siyasi saldırı. Yani nefsi müdafa hakkını kullanmak elzem oldu.
Esas olarak derin CHP den kaynaklandığını düşündüğüm bu kampanyanın önerisi,”aman AKP ye oy vermeyin de kime verirseniz verin, bu adam güç kaybetmezse bu ülkenin başına büyük belalar açacak vb.” olsaydı; apolitik bir çaresizliğin, ya da bu ülke’nin Batı’sında çok yaygın olan sinizmin (Necmi Zeka’nın kulakları çınlasın) bir tezahürü der geçerdik.
Ayrıca bu haliyle öneri, kendi içinde mantıklı ve tutarlı sayılabilirdi.
Oysa kampanyanın hedefi HDP/BDP nin oyları. Özellikle de İstanbul’da Sırrı Önder’in CHP lehine adaylıktan çekilmesini talep etmeye, hatta suçlamaya kadar vardı. İnanılmaz süratle yaygınlaşan bu kampanya, HDP ye oyvermeyi ahlaki açıdan eleştirecek, “AKP ye çalışmak” olarak itham edecek bir şaşkınlığa dönüştü. Yarın İstanbul ve benzeri yerlerde CHP kaybeder de kazanmak için ihtiyacı olan oy HDP/BDP ninki kadar çıkarsa, isnat edilen “suç” iyice büyüyecek.
Önce böyle düşünen arkadaşlara, bir kaç kez Önder’in bir kaç kez de Kürkçü’nün yaptığı açıklamayı hatırlatayım.
Mealen şöyle “CHP ile seçim ittifakı için genel merkez ve başkan düzeyinde resmen görüştük. CHP yetkilileri bizimle ittifak etmenin kendilerine zarar vereceğini beyan ettiler.”
HDP’nin, sekter bir tutum izlemediği, siyasetin açık, meşru kuralları içinde ilkeli bir ittifak önerisiyle CHPyle en yetkili düzeyde görüştüğü ve reddedildiği ortada. CHP yönetiminden bir kaç kişinin de bu yöndeki çabalarını sağır sultan bile duydu. CHP kabul etse, ülke çapında ilkeli bir ittifakın tarafları olunabilirdi.
Böyle bir yolculuk yalnızca gündemi altüst etmekle kalmaz; her iki tarafın tek tek alacağı oyların toplamından çok daha büyük bir rüzgara neden olurdu.
Ama ne CHP genel merkezi ne de Sarıgül, böyle bir ittifaka yanaşmadı.
Zaten yanaşmaz; yanaşamazdı. Ben ve benim gibi ömrü boyunca hiç CHP li olmamışlar buna şaşırmadık.
Peki neden? Çünkü CHP nin merkezi siyasal zihniyetiyle HDP/BDP nin zihniyeti uyuşmaz. Henüz tek bir şehirdeki yerel seçim ittifakını bile kaldıramaz.
Burada kısa bir an için durup bir bilgi paylaşayım ve sonra devam edelim.
Blogumu izleyenler haberdar olmuştur. İstanbul’da Ocak ayından başlayarak her parti ve görüşten 16.000 yurttaş change.org http://change.org üzerinden “İstanbul Sözleşmesi”ni imzaladı.(bkz. http://www.istanbulhepimizin.org http://www.istanbulhepimizin.org/)
Girişim, eş zamanlı olarak da sözleşme metnini imzalamazsan oy yok diyerek İstanbul’un bütün adaylarına sundu.
AKP hariç, Sarıgül ve Önder dahil, başkan adaylarının önemli bir kesimi imzaladı.
Sırrı Önder ve HDP adaylarının imzası olağandı. Çünkü zaten Anayasa komisyonuna sundukları BDP taslağı da tıpkı “İstanbul Sözleşmesi”gibi adem-i merkeziyetçiliği temel alıyordu.
Öte yandan bütün ülkede BDP/HDP seçim kampanyalarının merkezinde özyönetim kavramı bulunuyor. Ve bu kavramı uzun süredir, kendi belediyecilik uygulamalarının merkezine koymaya çalışıyorlar.
Sarıgül’ün imzalamasınaysa itiraf edeyim, hem şaşırdım hem de sevindim. Çünkü CHP nin hiç bir belgesinde veya yerel yönetiminde ve de tarihinde anılmış bir kavram ve zihniyet değil. Dahası CHP’nin geleneksel siyasetiyle de taban tabana zıt. Dilerim seçilirse seçim PR’ı olarak kalmaz.
Peki şimdi soruyorum; madem bu sözleşmeyi imzalayacak cesaretiniz, önümüzdeki yıllarda imzanın hesabını verebileceğiniz özgüveniniz vardı; madem HDP ile ilkeli bir ittifak için fikren bu tür bir metne imza atabiliyordunuz; neden ittifak görüşmelerinde olumlu yanıt vermediniz?
Bu derin çelişkinin açıklanması Sarıgül’ün ve CHP nin sorumluluğunda.
Ezelden CHP li olanlar hariç, “Sırrı çekilsin” kampanyasının neferlerine soruyorum; Sırrı ne için, kim için çekilsin? HDP ile, kendisi ile birlikte resim çektirdiğinde, zarar göreceğini düşünen, iki parti arasındaki ilişkiyi kapı arkasında yürütmek isteyen insanlar için mi çekilsin?
Peki sizin Sırrı Önder’e duyduğunuz nasıl bir sevgi dahası nasıl bir saygı? Hanginizin midesi, “AKP devrilecek” diye sizinle görülmek bile istemeyenlerle böyle bir ilişkiyi kaldırabilir?
Hepiniz Önder’le ilgili iyi niyetli ve samimisiniz ama aynı iyi niyetle de böyle bir davranışı malesef layık görmüş oluyorsunuz? Bilmem farkında mısınız?
Sırrıya böyle bir davranışı yakıştırmanızı geçtim, daha üzücü olan, CHP ye oy verirken farkında olmadan Sırrı’ya teklif ettiğiniz hazmı kendiniz göstermek durumunda olacaksınız? CHP birlikte görünmek istemediği bizlere böyle bir hazmı teklif ediyor. Peki bunun farkında mısınız?
*”2.Taksim Gezi Parkı Buluşması” Organizasyon Toplantısı’na Çağrı*
*27 Mart 2014 Perşembe*
*Saat;* 19.30
*İletişim*; 0535 796 81 44
*Yer;* TMMOB Makine Mühendisleri Odası 1. Kat Salon A Taksim/İstanbul
Değerli Dostlar,
Bu yıl “*2.Taksim Gezi Parkı Buluşması*” olarak *12 Nisan 2014
Ctesi*düzenleyeceğimiz eylem ve etkinliğin ana konusu yine “Ayağa
Kalk” olmak
kaydıyla geçen yıldan farklı olarak sadece Taksim İçin Gezi Parkı İçin
değil *”Ormanlarımız İçin, Parklarımız İçin, Ağaçlarımız İçin, Sularımız
İçin, Vadilerimiz İçin, Köylerimiz için, Mahallelerimiz İçin … Ayağa Kalk*”
olacak. Bu genişliği katılımınızla doğrudan zenginleştirmek olanaklıdır.
Geçen yıl *Gezi Direnişi* öncesi *13 Nisan 2013 Ctesi* *”Ayağa
Kalk”*parolasıyla düzenlediğimiz *1.Taksim
Gezi Parkı Festivali*’nin bu yıl yaşananları da dikkate almak kaydıyla
kapsam ve anlamını daha derinleştirerek destek olma, ortaklaşma ve
dayanışma örerek birlikte düzenlemek için katılımınızı önemle rica ediyoruz.
*Taksim Gezi Parkı Derneği*
*”2.Taksim Gezi Parkı Buluşması” Organizasyon Toplantısı*
*27 Mart 2014 Perşembe*
*Saat;* 19.30
*İletişim*; 0535 796 81 44
*Yer;* TMMOB Makine Mühendisleri Odası 1. Kat Salon A *Taksim/İstanbul*
—
*mc*A
*Siz hala kalkınmacı mantıkla yaşamı yok eden projeleri destekliyor
musunuz? **Üretimin, tüketimin – kapitalist sömürünün* *Gezegenin varoluş
sınırlarını aştığını fark etmiyor musunuz?* Hala sorunların çözümünü
devrimden sonraya mı bırakıyorsunuz? *Unutmayınız canı yananların yanında
içtenlikle şimdiden yer almayanlarla artık işimiz olmayacak.*
Doğuş Derya ile Kıbrıs’ta Militarizme Karşı Feminist Direniş
Çarşamba, 19 Mart 2014
Haber: <http://www.kaosgl.org/yazarlar.php?id=4389> Ömer Akpınar
Doğuş Derya, Kuzey Kıbrıs’ta Cumhuriyetçi Türk Partisi Birleşik Güçler
vekili ve Feminist Atölye kurucusu. Pek çok kişi Doğuş Derya adını ilk kez
meclis açılışında yaptığı alternatif yeminle duydu. Sonrasında Kuzey
Kıbrıs’ta erkekler arasında cinsel ilişkileri suç olmaktan çıkaran Ceza
Yasası değişikliği geldi. 3. Uluslararası Feminist Forum kapsamında Kaos
GL’nin konuğu olarak Ankara’ya gelen Doğuş Derya, Federal Kıbrıs
anlayışından “Ahlâka Aykırı Suçlar” yerine “Cinsel Suçlar” tanımını getiren
Ceza Yasası değişikliğine ve feminizmi karar mercilerine dâhil etmeye kadar
pek çok konuya dair görüşlerini kaosGL.org ile paylaştı.
<http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=16103>
http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=16103
KKTC ve Kıbrıs Rum Yönetimi, Şubat ayında bir “ortak açıklama metni”
yayınladı. Kıbrıs’ta federal bir yönetimi hedefleyen bu yakınlaşmadan sizin
beklentiniz nedir?
Kıbrıs yarım asırdan beri milliyetçilik ve militarizmden muzdarip bir ülke
ve bu bölünmüşlük koşullarında hakikaten çok ciddi sıkıntılar yaşıyoruz.
Kıbrıs sorununun çözülmesi için 40 yıldan fazla bir süredir bir görüşme
süreci devam ediyor. Bu çoğu zaman milliyetçi reflekslere, bir egemenlik
savaşına takılıp kalıyor. Yakın zamanda özellikle Güney Kıbrıs’ta denizde
doğalgaz ve petrolün bulunmasıyla birlikte Amerika ve İsrail de sürecin
içine girdi ve uluslararası aktörlerin teşviki ve zorlamasıyla bir görüşme
süreci başladı. Kıbrıslı Türkler olarak bizim için önemli olan adaletli,
eşitlikçi ve kimsenin mağduriyetine yol açmayacak bir barışın gelmesi.
Dışarıdan tarif edilen bir barış, barış değil “çözüm” olur. Dolayısıyla
Federal Kıbrıs dediğimiz, ortak metinde de somutlanan yakınlaşma bizim için
çok önemli. Bu sorunun artık çözülmesi lazım, özellikle Kıbrıslı Türkler
açısından ciddi dezavantajlar taşıyor.
Müzakere sürecine kadınları dâhil etmek için nasıl bir yol izliyorsunuz?
Görüşme masası kadınları dışlayan, toplumsal cinsiyet perspektifini masaya
yansıtmayan bir müzakere sürecinden oluşuyor. Biz özellikle Birleşmiş
Milletler’in 1325 sayılı kararı doğrultusunda, 2009 yılından beri müzakere
sürecine toplumsal cinsiyet bakışının dâhil edilmesi için çalışma yapıyoruz.
Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum feminist akademisyen ve aktivistlerden oluşan
Toplumsal Cinsiyet Danışma Kurulu çeşitli öneriler hazırlıyor. Müzakere
masasında görüşülen her başlığa dair, idare ve güç paylaşımı, mülkiyet,
toprak, vatandaşlık gibi konularda toplumsal cinsiyete duyarlı bir federal
devlet oluşması için öneriler hazırlanıyor. Derdimiz kadınların fiziken
masada olması değil, toplumsal cinsiyet perspektifinin federal devlete
yansıtılması. Çünkü var olan bir devleti reforme etmek, onu daha eşitlikçi
ve adil yapmak oldukça zordur ama sıfırdan yeni bir devlet kurulacağında
bunu yapmak mümkün. Bizim federalizm anlayışımız da etnesite ötesinde,
milliyetçi terimlerden arınmış bir federalizm anlayışı. Dolayısıyla bunu çok
daha çoğulcu, sadece toplumsal cinsiyeti değil, aynı zamanda engelli
haklarını, çocuk haklarını ve ekolojik dengeyi gözeten bir yerden formüle
etmeye çalışıyoruz. Bu müzakere sürecine kadınların dahil edilebilmesi için
başlattığımız girişimlerden sonuç alacağımızı düşünüyorum.
Bu çoğulcu bakış açınızı 12 Ağustos’taki meclis yemin törenine de
yansıttınız. Alternatif bir yemin okumaya nasıl karar verdiniz, anlatır
mısınız?
Tam da anlattığım bu federalist anlayıştan dolayı. Her şeyden önce Türk
milliyetçiliği Kıbrıs’ın bir ülke olduğunu unutturmaya çalıştı. Sürekli bir
ana vatan, yavru vatan söylemi içerisinde Türkiye’nin uzantısı, bir vilayeti
gibi bir sistem kuruldu. Türkleştirme politikaları da var bunun içinde.
Mekânın, eğitim müfredatının, para biriminin, hayatın Türkleştirilmesi… O
yemin de “Kıbrıs ülkesinde yaşayan her bireyin…” diye başlardı. Oranın bir
ülke olduğunu hatırlatabilmek için seçilmiş bir cümleydi. Var olan
milletvekili andı, militarist bir çatışma sürecinin akabinde oldukça
militarist bir yerden telaffuz edilmiş ve o dönemin elit erkeklerinin
ihtiyaçlarına göre formüle edilmiş bir yemindi. Bir kere buna ciddi bir
itirazım vardı. Namus ve şeref üzerine yemin etmenin insanlık onurunun
tanınmadığı bir yerde hiçbir anlamı yoktur. O yüzden benim için her şeyden
önce kutsal bulduğum tek şey olan insanlık onuru üzerine yemin etmek
önemliydi. Ayrıca bu milliyetçi sistemin içerisinde görünmez kılınan ve
hakları görmezden gelinen pek çok sosyal grup vardı. Cinsiyeti ve cinsel
yöneliminden dolayı ayrımcılığa maruz kalanlar gibi, fiziksel durumu, yaşı,
sınıfsal konumundan dolayı, bunların hepsini o metnin içine yerleştirmiştim.
Ben buna aday olduğum zaman karar verdim, kazanıp kazanmayacağımı
bilmiyordum henüz. Ama eğer kazanırsam böyle bir yemin yapacağıma dair
kendime bir söz vermiştim.
Teorik bir şey söyleyeyim bu noktada: Judith Butler der ya, hegemonya
kendini sürekli tekrarlar ve tekrarlarken de yeniler, yeniden kurar ama
hegemonya kendini tekrar ederken aslında her zaman birtakım kaymalar olur. O
kaymaların içinde tahrif oluşlar da vardır. Hegemonik olanın kendini yeniden
üretme kapasitesi çok gelişmiş olduğu için o tahrif oluşlar hemen
yenilenebilir ama bence feminizmin yaptığı şey o kaymalarda araya girip
hegemonyayı bozucu bir işlev üstlenmesidir. Yani belki kendi başına bir
karşı hegemonya pratiği değildir ama başlı başına hegemonya karşıtı bir
mücadeledir. Aslında tam da onun sembolüdür bence o yemin. Oradaki o
hegemonik pratiğin tekrarlanarak kendini yenilemesine dair bir arıza
çıkarmak, bir saniyelik bir kayma yaratmak ve orada satır arasına girmekti.
Bir yandan bu ezilen, ötelenen ve dışlanan gruplar tarafından çok umutla
karşılandı. İnsanlar kendilerine bir ses bulmuş gibi hissettiler. Öteki
taraftan ama çok ciddi saldırılara da maruz kaldım. Kadınlığıma yönelik çok
ciddi saldırılar oldu. Hem dijital ortamda, hem de gazetelerde korkunç
tepkiler verenler de oldu. Yani akıl hastası olduğumu söyleyenden tutun da
ağza alınmayacak küfürlere kadar… Bu kadar devletçi bir refleks çıktı.
http://www.kaosgl.org/resim/Kadn/dogus_derya-feminist_forum14.JPG
Ben zaten menfi ya da müspet bir tepki alacağımı biliyordum. Benim için
orada bir durumu çalkalayıp bir tartışmaya mahal vermek önemliydi. Çünkü
Kıbrıslı olmak biraz da üzerine ölü toprağı serilmiş, çok fazla bir şeyi
sorgulamayan bir yerde yaşamak demek aslında. 50 senedir tarihin
dondurulduğu, toplumsal süreçlerin sürekli gelip gelip Kıbrıs sorununa
takıldığı bir yerde mutlaka aktivizm yaparak bir şeyleri
dönüştürebiliyorsunuz, kendi doğal süreçleri içinde dönüşmüyor. O yüzden
arada bir çalkantı yaratmak, bir şeylerin sorgulanmasına mahal vermek
açısından iyidir. Biraz da öyle bir saikle yapmıştım yeminimi. Bu kendi
başına sembolik bir hareket, bunun altının da doldurulması gerektiğini
düşündüğüm için bu minvalde, özellikle sosyal politikalar konusunda çok çaba
sarf etmeye çalışıyorum.
Ceza Yasası’nda yaptığınız değişiklik bunun oldukça önemli bir parçasını
oluşturuyor. Değişiklikle erkekler arasında cinsel ilişkilerin suç olmaktan
çıktığını biliyoruz fakat değişiklik bununla sınırla değil. Yeni Ceza
Yasası’nın getirdiği değişiklikleri anlatabilir misiniz?
Kıbrıs’ta yürürlükte olan Ceza Yasası 1920’li yıllarda İngiliz koloni
yönetimi tarafından çıkarılmış bir yasaydı ve bugüne kadar çok da fazla
dokunulmamıştı. Bunun içinde özellikle uzun bir süredir sorun ettiğimiz bir
bölüm vardı, bu bölüm “Ahlâka Aykırı Suçlar” bölümü altında tarif
ediliyordu. İçinde sadece erkekler arasında cinsel ilişkiyi doğaya aykırı
olarak tanımlayan maddeler değil, aynı zamanda taciz ve tecavüz ya da fuhuş
gibi maddeleri düzenleyen bir takım maddeler de vardı. Bunlar da çok geri
kalmıştı. Buna komple bir el attık. “Ahlâka Aykırı Suçlar” değil, “Cinsel
Suçlar” olarak koyduk bölümün başlığını. İçinde cinsel tacizi, cinsel
tecavüzü ve cinsel saldırıyı yeniden, çok daha caydırıcı olabilecek bir
şekilde, düzenledik. Çocuk istismarını engelleyici, fiziksel ya da zihinsel
engelinden dolayı istismar edilen bireylerin mağduriyetlerini giderici
caydırıcı önlemler koyduk. Bunun yanında fuhuşla ilgili maddeler sadece
fuhuş hizmeti veren kişiyi cezalandırıyordu. Sürekli kadınlar mağdur
oluyordu. Biz bu suçu, fuhuş servisi verenlerin üzerinden alıp alıcı
kurumların üzerine yükledik. Gece klübü lobisine de bayağı bir rahatsız
etti. Çünkü Kıbrıs’ta seks köleliği diye bir şey var. Seks işçiliği yok
bizde fuhuş yasak olduğu için ama gece klüpleri adı altında düzenlenen
eğlence mekânları var. Oraya yurtdışından getirilen kadınların
pasaportlarına polis el koyuyor. O kadınların çalışma saati belli değil.
Sosyal güvenceleri yok. Ciddi şiddete de maruz kalabiliyorlar. Seks işçisi
olmadıkları için örgütlenme hakları da yok.
Doğaya aykırı cinsel ilişki denilen o abuk sabuk maddeyi kaldırmanın yanında
bir kişiye cinsiyeti, cinsiyet kimliği ya da cinsel yöneliminden dolayı
aşağılayıcı, ondan nefret edilmesine yol açan, çeşitli nefret suçlarına denk
gelebilecek zem ve kadih suçunu koyduk. Ayrıca bir kişi cinsiyeti, cinsel
yönelimi ya da cinsiyet kimliğinden dolayı ekonomik ya da psikolojik şiddete
maruz kalıyorsa, ki ekonomik şiddeti mobbing’i de içerek şekilde koyduk,
onları da cezalandırıyoruz.
Cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa karşı
mücadeleyi uygulamaya koymak için ne gibi planlarınız var?
Ceza Yasası’na konulması doğrudan şikâyet edebilme kapasitesini vatandaşa
getiriyor. Eğer ben ayrımcılığa maruz kalıyorum şundan dolayı derse kişi,
gidip mahkemede dava açabilir. Taciz ve tecavüz suçlarında kişinin beyanını
esas alan bir madde koyduk. Tabii ki bu tek başına Ceza Yasası’nda yapılan
düzenlemeyle çözülebilecek bir mesele değil. O yüzden benim en son
hazırladığım bir yasa var, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi kurulmasını
öngören bir yasa. Bu cinsiyeti ve cinsel yönelimi sebebiyle ayrımcılığa
maruz kalan kişilerin maruz kaldığı ayrımcılıkları ortadan kaldıracak
politikaları üretecek ve uygulayacak bir yer olacak. Aynı zamanda içinde
sivil toplum örgütlerinin daimi temsiliyetinin bulunduğu bir danışma ve
izleme konseyi var. Bu danışma ve izleme konseyi, tavsiye niteliğindeki
kararlar üreterek dairenin üreteceği işlere dâhil olacak. Yasa bitti,
çalışma bakanlığına teslim ettim, herhalde bir iki hafta içerisinde Meclis’e
gelir. Yasaları komitelerde madde madde görüşüyoruz, ondan sonra Meclis’in
onayına sunuluyor ve akabinde yürürlüğe giriyor.
Bu yasa ayrıca toplumsal cinsiyet eşitliği kurultayı öngörüyor. Kurultayda
komisyonlar aracılığıyla makro plan ve politikalar sivil toplum örgütleri ve
devletle beraber saptanacak. Bir yıllık eylem planı halinde dairenin
uygulayacağı politikalar şekillenecek. Tabi bunlar yine tek başına yeterli
değil. Çünkü güzel yasalar yaparsınız ama uygulamayı ve denetlemeyi takip
edecek mekanizmalar oluşturmazsanız bunlar aslında kâğıt üzerindeki güzel
cümlelerden öte bir şey ifade etmez. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesinin
bir önemli ayağı da şu: Üç tane bakanlıkta cinsiyet odak noktaları
kurulmasını öngörüyoruz. Bir tanesi Eğitim Bakanlığı, müfredatın toplumsal
cinsiyete duyarlı olabilmesi, ırkçılık karşıtı, anti-militarist bir yerden
düzenlenebilmesi için. Bir tanesi Maliye Bakanlığı, toplumsal cinsiyete
duyarlı bütçeleme yapılması için. Çünkü bu malî politikalar oluşturulurken
sermaye ve karar alıcı merkezler yine erkeklerin elinde. Kıbrıs’ta bir tane
bile sığınma evi yok daha, onu açmaya çalışıyoruz. Şiddeti önleme danışma
merkezlerinin açılması ve ayrıca bu politikalara bir bütçe ayrılmasını
sağlayacak bir nokta olacak bu cinsiyet odak noktası. Bir diğeri de İçişleri
Bakanlığı. Yerel yönetimlerde kadın dostu belediyecilik ve yönetişim
ilkeleri çerçevesinde daha şeffaf, tabandan gelen bir yönetim anlayışının
gelişmesi için çalışacak. Bunun yürürlüğe girmesi, teşkilatlanıp oturması
mutlaka en az bir yıl alır. Çünkü gerekli yetişmiş kadrolar yok, hizmet içi
eğitimlerle insanların yetişmesi lazım.
Biz aslında 6-7 sene içerisinde, yürüttüğümüz aktivizmle birlikte bir
dönüşüm başlattık. Ben mesela üniversiteyi bitirip Kıbrıs’a döndüğümde 2007
yılıydı. O yıl feminizmi erkek düşmanlığı zanneden, çok daha homofobik,
ayrımcı söylemlerin çok daha ortada olduğu bir Kıbrıs vardı. Şansımız şu:
Ölçek küçük ya, çok daha geçirgen, çok daha yüz yüze ilişkilerin olduğu bir
nokta.
Peki ne gibi tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
İnsanlara makul bir yerden bunun politik bir hadise olduğunu anlattıkça,
biyolojik bir hadiseye indirgenmemesi gerektiğini, bunların çok dışlayıcı
başka pratiklerin sonucu ortaya çıktığını anlattıkça bir ikna süreci oluyor.
Refleksler yok mu, var. Nitekim Ceza Yasası değişirken Kıbrıs’ta ansızın
daha önce görmediğimiz, biraz da AKP iktidarının bir tezahürü olarak
örgütlenen birtakım İslamcı muhafazakâr kesimler zuhur etti. Tam Ceza
Yasası’nı değiştireceğimiz meclis oylamasının olduğu süreçte, nefret
söylemine denk düşecek tam sayfa gazete ilanlarıyla eşcinselliğin sapıklık,
hastalık, doğaya aykırı bir anormallik olduğunu söyleyen çarşaf çarşaf
ilanlar verdiler. Orada, başta Feminist Atölye olmak üzere YKP-Fem ve Kuir
Kıbrıs çok sıkı durdu. Yürütülen kampanyayla bir yandan bir saflaşma ve
zıtlaşma da oldu tabii ki. Bu muhafazakâr kesim özellikle o maddenin
kaldırılmaması için ciddi çaba gösterdi. Cumhurbaşkanını ziyaret ettiler,
Meclis’in önüne geldiler. Hatta meclis oturumunda oylama sırasında bir
tarafta feministler ve LGBT bireyler oturuyor, öteki tarafta kendini İslamcı
ya da muhafazakâr olarak tanımlayan kesim oturuyordu. Allahtan pürüzsüz bir
şekilde yasayı geçirmeyi başardık. Ama bazen toplumda var olduğunu çok da
göremediğiniz birtakım haller böyle durumlarla pıt diye ortaya çıkabiliyor.
Daha sonraki süreçlerde nasıl refleksler gelişir şu an kestiremiyorum ama
gizliden gizliye çok sert bir şekilde işleyen bir ataerki ve homofobi
olduğunun farkındayım. Ama öteki taraftan bunların ayrımcılık olduğunun
farkında olan, kulağı bu tip şeylere çok açık bir insan potansiyeli olduğunu
da görüyorum Kıbrıs’ta. Kıbrıslılar genelde özgürlükçü düşünmeye meyilli bir
topluluk. Kendilerine göre muhafazakâr oldukları yanlar var ama anlatınca
anlıyorlar. O yüzden ben umutluyum.
Son olarak, Kıbrıs’ta feministler ve LGBTİ’ler hangi noktalarda yan yana
geliyor?
Biz çok küçük gruplarız zaten. LGBTİ bireylerin örgütlendiği yer olan Kuir
Kıbrıs şimdiye kadar yasanın değişmesi dışında çok da fazla görünür olmadı.
Küçük toplum ve görünürlük sorununu anlıyorum ama öteki taraftan toplumsal
cinsiyet ya da cinsiyet üzerinden kurulan her türlü iktidar biçiminin başka
politikalarla ilişkisi olduğunu görmek lazım. Biz mesela feministler olarak
şunu yapıyoruz: Ülkemizdeki özelleştirme politikalarına karşı da
konuşuyoruz, muhafazakârlaşmaya dair de konuşuyoruz. Sadece beden politikası
üzerinden değil, bedenimizde kurulan iktidarın aslında başka bir sürü şeyle
ilişkisel olduğunu görünür kılmaya çalışıyoruz. Milliyetçilikle de derdimiz
var, ırkçılıkla da, militarizmle de… Örneğin vicdani ret, özellikle
YKP-Fem’in çok sıkı bir şekilde yürüttüğü bir politikadır. Dolayısıyla bu
politikayı daha çoklu bir yerden yapmaya çalışıyoruz. LGBT örgütü, belki de
Ceza Yasası’ndan dolayı, bu manada olması gereken görünürlüğü çok fazla
ortaya koyamadı. Bundan sonra daha fazla olacağını düşünüyorum. Artık bu
insanlar cinsel yöneliminden dolayı suçlu konumda olmaktan çıktılar. Çok
daha rahat hissediyorlar. Nitekim son 8 Mart’ta da daha öncekilere nazaran
çok daha geniş bir katılımla alana geldiler ki çok güzeldi, çok umut
vericiydi. Sürekli dayanışma halindeyiz zaten. Onu ilgilendiren sorun, beni
ilgilendiren sorun diye bir ayrım yok; hepimizin ortak sorunu. O yüzden bu
dayanışmanın büyüyeceğini düşünüyorum.
İlgili haberler:
<http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=14635> KKTC Meclisi’nde Erkek Egemen
Yemine Vekil Protestosu
<http://kaosgl.org/sayfa.php?id=15643> Kuzey Kıbrıs’ın “Eşcinsellik Suçu”
Yasası Tarihe Karıştı!
<http://kaosgl.org/sayfa.php?id=15694> Kıbrıs’ın Kuzeyinde Gökkuşağı Artık
Daha Özgür!
<http://kaosgl.org/sayfa.php?id=15695> Kuzey Kıbrıslı Feministler Kazandı
<http://kaosgl.org/sayfa.php?id=16078> “Teori Olmadan Aktivizm, Aktivizm
Olmadan da Teori Eksik Kalıyor”
Devrimi savunmak için Rojava’da bulunan Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) savaşçısı Yasemin Güneş, gönderdiği mektupta Rojava devrimini anlattı:
http://etha.com.tr/Haber/2014/03/20/dunya/burada-bir-devrim-yapiliyor/
ROJAVA- Devrimi savunmak için Rojava’da bulunan Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) savaşçısı Yasemin Güneş, gönderdiği mektupta Rojava devrimini anlattı.
Güneş’in mektubu şöyle: Okumaya devam et
Yazar Gün Zileli, eşi ve 2 arkadaşı Kınalıada’da AK Parti seçim bürosundan çıktıkları iddia edilen bir grubun saldırısına uğradı.
Saldırı akşam saat 20.30 sıralarında Kınalıada’da meydana geldi.
Gün Zileli, eşi Ceren Cevahir Gündoğan Zileli ve iki arkadaşıyla beraber vapurdan inerek evlerine yöneldikleri sırada AK Parti seçim bürosu önünde bir kalabalıkla karşılaştı.
Bu kalabalığın propagandasına olumsuz karşılık verdiklerinde ise saldırıya uğradı.
Bürodan çıkan AK Partililer ile etraftan toplanan yaklaşık 50 kişilik kalabalığın bir anda yumruk ve sopalarla saldırdığı ikisi kadın 4 kişi darp edildi. Saldırı çevreden yetişenlerin araya girmesiyle son buldu.
Başından darbeler alan Zileli ve arkadaşlarının sağlık durumu iyi.
Kınalıada’daki saldırıya ilişkin twittera attığım kısa mesajdan sonra çok sayıda arkadaştan hem geçmiş olsun hem de dayanışma mesajı aldım. Dayanışma gösteren arkadaşlara çok teşekkür ederim. Ancak olayın sıcaklığı içinde arkadaşlara olayın nasıl olduğu ve geliştiği hakkında bilgi verme olanağı bulamadım. CNNtürk’te kısa bir haber çıkmış sadece. Aşağıda olayı ve sonrasını ana hatlarıyla anlatacağım.
Beşiktaş tarafında arkadaşlarla buluşup yaklaşan seçimler üzerine sohbet ettikten sonra 19.30 vapuruyla Kınalıada’ya döndük. Dört arkadaştık. 20.30 civarında Kınalıada’daydık. İskelenin hemen karşısındaki AKP seçim bürosunun önünde halay çeken AKP taraftarı, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu topluluğun yanından geçerken önde yürüyen arkadaşlarımızdan biri AKP aleyhtarı slogan attı. Onun dört beş adım gerisindeydim. Ben de slogana katıldım. Tabii ki bu davranışımız hatalıydı. Bunun birkaç adım sonra farkına vardım ama artık çok geçti. Çünkü tahrik olan AKP’liler arkamızdan bağırıp çağırmaya ve küfür etmeye başlamışlardı. Olay çıkacağını anlayıp oradan bir an önce uzaklaşmamız gerektiği düşüncesiyle marketin önüne geldiğimizde AKP’li grubun kalabalıklaştığını gördük. Marketten birkaç adım ileriye yürümüştük ki, kalabalıklaşan grup üzerimize yürüdü. Saldırı her an başlayabilirdi. Kınalıada sakinlerinden bazıları araya girip saldırıyı önlemeye çalıştı. Fakat, muhtemelen ilerideki kahveye haber uçurulmuş olmalı ki, oradan da yirmi otuz kişilik bir grup daha koşarak geldi. O grubun gelmesiyle birlikte iyice kalabalıklaştılar ve saldırı başladı. Bazılarının elinde sopalar da vardı. Biri, marketin yanındaki kahvenin oradan bir süpürge sapı alarak yanımdaki arkadaşa fırlattı, o arada ben de yumrukla bir iki darbe aldım. Elbette o sırada hemen fark edemedim ama bu yumruk darbeleri alnımın üst kısmında iki şişliğe yol açtı. Araya giren arkadaşlar ve sonradan AKP’nin Kınalıada sorumlularından olduğunu öğrendiğim birinin müdahalesiyle neredeyse lince varacak bir dayaktan kurtulmuş olduk.
Marketin üst sokağından evin yolunu tutmuştuk ki, arkamızdan polis arabası geldi ve AKP’lilerin, bizim kendilerine küfür ettiğimizi, dolayısıyla şikâyetçi olduklarını söyledi. Biz de AKP karşıtı slogan attığımızı kabul ettik ama kesinlikle kimseye küfür etmediğimizi ama bize çok sayıda ve çeşitli küfürler edildiğini, ayrıca toplu saldırıya uğradığımız ve darp edildiğimizi söyledik. Daha sonra polisin de araya girmesiyle bir uzlaşmaya varıldı. Savcılık da polis aracılığıyla, iki taraf da şikâyetçi olmadığına göre ifadeye çağırmaya gerek yok haberi yolladı. Böylece dosya açılmadan kapanmış oldu.
Şu kadarını söyleyeyim: Gösteri ve protesto hakkını her zaman savunurum. Ama bu hakkı kullanırken dikkatli olmak gerekir. Protesto edilen öznenin taraftarı olan halktan insanlarla çatışma yaratacak bir tutuma girmeye gerek yok. Ayrıca bizim derdimiz, her türlü yalan iddiayla kışkırtılmalarının mümkün olduğunu bizzat yaşadığımız AKP’yi benimsemiş halktan insanlarla çatışmak değil, yukarıdaki efendileri esaslı bir şekilde teşhir edebilmek olmalıdır.
Dayanışma duygularımla.
Gün Zileli
17 Mart 2014, saat: 01.40
Flughafen Zürich
Treffpunkt: SBB Zürich Flughafen, Gleis 1
Zeit: 12.45
Air France-KLM – beendet den Transport von Versuchstieren!
Im Gegensatz zu vielen anderen Airlines transportiert Air France-KLM noch immer Affen, Hunde und andere sog. Labortiere, um sie in den sicheren und gewaltsamen Tod im Tierversuchslabor zu transportieren.
Air France-KLM ist die Nummer Eins der Transporteure von Primaten aus Mauritius. Jedes Jahr werden 12 000 Primaten in europäischen Versuchslaboren «verbraucht», obwohl Studien zeigen, dass 80% der europäischen Bevölkerung es für nicht akzeptabel hält, an Affen Versuche durchzuführen.
Viele der Affen, die im Tierversuch umgebracht werden, wurden vorher aus der Freiheit gefangen, obwohl 26% der Primaten-Arten vom Aussterben bedroht sind. Zurzeit beteiligen sich 17 Länder an diesem leidvollen Handel mit dem Tod.
Unternehmen wie Air France-KLM nehmen somit willentlich an der massenhaften Quälerei und Tötung der Versuchstiere teil, um ihre Profite zu steigern. Sie sind damit direkt in die Tierversuchsindustrie involviert.
Diese ist auf die Kooperation von Unternehmen wie Air France-KLM angewiesen, da besonders der Import von Primaten für Versuchszwecke nach Europa von Ländern wie Mauritius abhängig ist. Ein Ende der Lufttransporte dieser Tiere würde die Tierversuchskonzerne empfindlich treffen.
Seit Jahren gibt es in der Tierversuchsbranche einen deutlichen Mangel an Primaten da sich Kampagnen der Tierrechtsbewegung erfolgreich gegen den Import dieser Tiere eingesetzt haben. Hieraus ergibt sich die simple Logik unserer Protestaktionen gegen die Versuchstierzucht: Wenn keine Tiere mehr an die Labore geliefert werden, können sie auch nicht mehr in Versuchen ermordet werden.
Setzen wir der Gewalt gegen Tiere ein Ende! Für die Befreiung von Mensch und Tier!
Am Nachmittag des 15. März 2014 sind mehrere Personen dem Aufruf gefolgt, im Rahmen einer Kundgebung lautstark gegen den Transport von Versuchstieren durch Air France-KLM am Flughafen Zürich zu protestieren.
Die Fluggesellschaft ist derzeit im Visier der “Gateway to Hell” Kampagne. Diese hat erkannt, dass der Transport von Versuchstieren einen Schwachpunkt der Tierversuchsindustrie darstellt. Durch gezieltes Ausüben von Druck auf Unternehmen & Firmen, welche einen Teil ihres Profits durch den Transport von Versuchstieren machen, wird aktiv an der Durchführbarkeit von Tierversuchen gerüttelt. Wird das Bindeglied zwischen Zuchtfarmen und Versuchslaboren gekappt, wird es für die privaten und staatlichen Unternehmen der Tierversuchsindustrie zunehmend schwieriger, an entsprechende Versuchstiere zu kommen. Folglich können sie keine Versuche an Tieren mehr durchzuführen und somit auch nicht mehr am Leid der Tiere mitverdienen.
Mit Transparenten, gemeinsam gerufenen Parolen und Flugblätter, welche den Interessierten & Vorbeigehenden verteilt wurden und einer Rede mit Zahlen & Fakten zur Geschäftspraxis von Air-France-KLM machten wir vor dem Check-In der Fluggesellschaft auf die Situation der Tiere aufmerksam.
Es gilt jetzt, nicht mit dem Druck auf Air France-KLM aufzuhören!
Seid initiativ und macht eigene Aktionen, die Formen der Proteste können und sollen vielfältig sein.
Für den 26.04.2014 ist bereits die nächste Kundgebung am Flughafen in Zürich geplant. Haltet Augen & Ohren offen und informiert euch.
Tierversuch ist Folter, Tierversuch ist Mord, stoppt Tierversuche, jetzt sofort!
Class struggle – animal liberation!