- Sevda Karaca
Anneannem, babaannem, dedem, annem ve babam tekstil işçisiydi benim.
Tekstil işçiliği ailemizde anadan yavruya geçen bir kader gibiyken adeta, tekstilin isi kiri pasının arasında “kaybolmayayım” diye anne babamın tüm birikimiyle okuttuğu kız çocuğu olarak büyüdüm. Büyürken de dokuma makinelerinin, bobinlerin, gürültülü ve tozlu fabrikaların kalabalık yemekhanelerinin neye benzediğini gördüm, kreşinde kaldım, bahçesinde oynadım, servislerine bindim annemle sabahın kör saatlerinde. Her çocuk bunları görmüştür sandım. Ve her çocuk memleketin ekonomik kriz tarihini adı gibi bilir sandım.YARDIM SANDIKLI, KREŞLİ, İKRAMİYELİ YILLAR80’li yılların başı. Adana’nın en büyük tekstil fabrikalarından TekSA’da çalışıyor annem babam. Dönem, işçilerin sendikayı beklemeden, oluşturdukları komitede karar alıp kimi zaman yemek boykotuyla, kimi zaman servis boykotu, kimi zaman da makineleri kapatarak eylem yaptıkları dönem. Sabancı bu, işini bilmez mi? Çalışanların kimisi “memur” kadrosundan alınıyor işe, kimisi ise işçi… Memur olanlar ayrıcalıklı hem ücrette, hem muamelede. Ama bir şart var, “sendikalı olamazlar”.
Fabrikada işçilerin oluşturduğu bir yardım sandığı var. Her işçinin küçük bir aidatla desteklediği yardım sandığı her ihtiyacın giderildiği kocaman bir market gibi. Yiyecek, deterjan, kıyafet ne ararsan var… İşçiler yardım sandığından alışveriş yaptığında aldıklarının parasını hemen ödemek zorunda değil, azar azar kesiliyor maaşlarından. Pazar çalışmasının 3 yevmiyeye denk geldiği, mesai ücretlerinin 2 kat olduğu, 3 ayda bir ikramiyenin alındığı, senede 2 kez bir top kumaşın hediye edildiği, işçi çocuklarının kreşte bakıldığı bir fabrika yaşamı. “Sendika sayesinde mi bütün bu olanaklar peki?” diyorum, “yok” diyor annem, “işçi sayesinde, o da Eylül’e kadar”. Darbeden sonra parça parça yok olmuş bunlar, her sene bir kazanım kayba dönüşmüş…HER TİS’TE KALP KRİZİ GEÇİREN BAŞKAN
12 Eylül darbesini fabrikada işçi önlükleriyle karşılayanların bir kısmı ertesi gün jandarmaların arasında fabrikadan çıkarılırken bakakalmışlar. İşçilerin bir kısmı dönememiş fabrikaya. Direniş dağıtılır, makinelerin olduğu büyük işletmeye açılan kapının önüne işçilerce dizilen büyük balyaları askerler depoya indirirken seyretmişler. Tüfekli adamlar eşliğinde çalıştırılmış makineler, ve artık “memur” ve “işçi” ayrımına gerek görmemiş Sabancı. En asgaride “eşitlenmişler”. Hatta darbe öncesinde yaptıkları direniş yüzünden patrona zarar verildi diye bütün işçilerin ücretlerinden hayli yekünlü bir para “mahkeme kararıyla” kesilince, sendika yine bir şey yap(a)mamış. Okumaya devam et
Archive for the Makaleler Category
Tekstil işçisinin ‘ödünç’ verdiği…
Posted in Makaleler on 26/08/2013 by KarakökGEZIDE YENI VE ILKLER.
Posted in Haberler, Makaleler with tags GEZIDE YENI VE ILKLER. on 15/07/2013 by KarakökEskinin icinde varolan bu yeni durum; ilklerle, farkindaliklarla, yenilenmelerle sekillenmektedir.
Yeni ve ilk olan durumun kabul görmesi henuz kavranmamistir.
Halen israrla yeni olani eski yöntemle anlama ve aciklama yanlisi yapmaktadir.
Yeni durum degerlendirilmesinin saglikli olmasi icin, bu gune kadar bilinenin disinda olaya kendi özgül kosullarinda ciplak gözle bakmak gerekmektedir.
Elimizde adalet terazisi ile dolasmanin maktiksizligi ve külfeti de ortadadir.
Sokaklarda adil olmanin direk demokrasinin en ufak nuveleri denenmektedir. Kendileri icin ve baskalari icin adalet terazisi bu yeni durumda bireyin kendisidir. Bilincli – bilincsiz bunu herkes gönüllü paylasimla göstermektedir.
TAKSIM GEZI PARKI: KENDINI KAPTA GEL!
Posted in Direnis, Eko yazilari, Haberler, Makaleler with tags TAKSIM GEZI PARKI: KENDINI KAPTA GEL! on 20/06/2013 by KarakökBireylerin kendini özgürlestirme cabalari; siyasi görüsleri ile duygularini sekillendirir.Kendi icindeki ve disindaki dengeleri degistirmeye cabalar. Gecmisi ve simdiyi anlayabilmesi icin cabalarini, dönüstürme icin kullanir. Insanlarin örgütlenis bicimini yeniler ve degistirerek alternatifler yaratabilirler. Bu özgür hissetme duygusuyla kendi ve kendileri gibi düsünen cogunluklar yaratmakta hic zorlanmazlar. Kendimizi ifade etmek olan bu insanlik tarihine sorumlulugumuzla kendimiz olma ve yapma gücümüz Taksim direnisi ile ilk adimi atmis durumdadir.
Darbelerle – Iskencelerle- Ölümlerle- Gözalti kayiplarla- Cezaevleriyle-Katliamlarla- Yasaklarla- Kutuplasmalarla- vb. insanlarin yasam kalitesinin diplere vurdugu sürecleri bu güne kadar tasiyanlarin disa vurumuda güclü olmaktadir.
Fasist Cunta nin ezip yok ettigi yalniz siyasi yapilar ve bu yapilarda yer alan insanlar degildi. Ayni zamanda insanlarin simdiye kadar inandiklari birlikteligin ve örgütlenmedeki basarisizligi da umutsuzluk yaratmisti. Kisacasi artik bir daha ayni acilari yasamama adina unutmak istegi yada bir daha denememek icin naifce duyularini kullanmamayi tercih ettiler. 12 eylül’ün insanlar üzerine bir ölü toprak gibi yayildiginin farkina varamadan simdiki süreclere gelinildi.
Bizim topraklarda özellikle aile – din- devlet politikalari bir bütünlük tasimakdadir. ( otoriter- itaatkar- hiyerarsik gibi ortak özellikleri) Aile kurumu tek reislik ve gorev dagilimi agir basan gelenekci yapisini korumaktadir. Aile de asiri sevgi yogunlugun dayattigi feodal bagimlilik, ailereisi durumundaki ana- babanin (tahsilli- tahsilsiz, varlikli- varlikdiz, kentli-koylu ) insiyatifi- cocuklarin kendilerine ait bir parca olarak görülmesi- cocuklarin icinde yetistigi ve büyüdügü bir feodal kurum olmaktadir.
Ayni zamanda es, dost akraba, sosyal cevre ayni sekilde kisiyi sekillendiren bir kurum islevi görür.. LGBTQ hareketine karsi pozitif düsünen veya yeralan birinin kendi ailesine, yakinlarina akraba cevresine bu durumu saklamasi ve savunamamasi gibi bir süre örnek verilebilinir. Insanlar homofobik olup bunu sorgulayamamaktadirlar.
Evlilik kurumunun devamini ailesinden aldigi miras gibi devam ettirir. Aile ve cevresi disinda daha genis politik örgütlenme ile tanisan kisi ise örgütün hiyerarsik ve otoriter yapisi icine girmistir.
Örgütlenme bicimleri yukardan asagiya- illegal örgütlenme – kadro örgütlenmesi – mücadele programlari- hiyerarsik ve otoriter yapisi kisinin yasamini belirlemektedir. Goruyoruz ki devrimi marksist- leninist cizgiyle daraltan, turkiyenin devrim tahlilini bu cizgiyle degerlendirmeleri basarisizliga neden olmustur. Örgütlerin liderleri etrafinda, kitlelerinde örgütleri etrafinda hareket etmesi olarak sekillenmisti. Bu örgütlenme bicimi toplumsal evrelerden gecerek gelecek icin umut olmaktan cikmis ve üretemez hale gelmislerdir. Insanlar üzerinde ise umutsuzluk yaratmis oldugu icin cogunluk psikolojisi ile kendi ananevi degerlere dönmelerine neden olmaktadir. ( ornek olarak 12 eylül sonrasi ve simdiye kadar ki sürecte dinin hizla yayilmasi- kemalist- laikligin altinda nasyonalist bir yapinin cikisi – geleneksel aile biciminin güclenmesi, devlet bayragi gibi)
Dünya da baslayan 1968 hareketinden türkiye ögrenci gencligi yalnizca siyasi olarak anti emperyalist, marksist- leninist cizgiyi almistir. Kemalist ordu dan milli demokratik devrim teorisiyle harmanlanmistir. Turkiye toplumunda yetismis devrimci genclik dunya 68 lerin isteklerine gözünü kapamis vede gormemezlige gelmistir. Turkiyenin feodal, millici kulturu ve dini zaten buna izinde vermezdi. Devletin kendilerini sucladiklari anarsistler gercekten kendilerimiydi. Anarsizm ne idi , feminist oda ne, cicek cocuklari(savasma ask yap), tüm bireysel özgürlükler, cinsel tercihler, dini tabular, ekolojik – hayvan haklari vb mucadele alanlarini bilmiyorlar veya es geciyorlardi. O dönemde teknolojik iletisimin olmamasi ve baska ülkeleri görme sansinin olmamasindandir ki, bilgi yetersizligi ve bilgi yalnisligi olmaktaydi.
Sadece radyo kisadalga yayin üzerinden Belgrat- sofya ve tirandan haberler dinleniliyordu. Yabanci yurd disina tatil ve egitim icin giden, dil bilen bir kac aydin kesimin sansürlü kominist enternasyonelin onayladigi kitaplar tercüme ediliyordu. Cuba devrimi; Che nin romantizmi, Vietnam isgali hasper kader turkiye ye ulasiyordu. Turkiye icinden kemalist ordunun devrimci yani ve verdigi anti emperyalist savas surekli anlatilarak manupulasyona ugruyorlardi. Nazim Hikmet in Turk ve Kemalist siirleri, Kivilcim in ve Mihri Belli nin ordu hayranligi, devrimci ordu 60 darbesi derken turk bayragiyla samsundan vatan kurtarmaya yola cikmislardir. Türkiye 68 kusagini böylesi bir eksiklikle 1973 lere kadar tasimistir.1990 lardan sonra tarihi eksikligini tamamlamaya calismaktadir.
Bu gun dünyanin teknolojik ve elektronik agi cok genis ve hizli olup , istenilen bütün bilgilere ulasilmaktadir. Yani dünya cok kücüldü. Bilgiler hafizalara yüklendi. 1980 ile 2013 arasi yasanan olumsuzluklarin, mutsuzluklarin birikimi bu gün Taksim gezi parki direnisi ile patladi.
Bu bir kusak ile ( 1990 ) sinirlanamayacagi ve tarihsel bir eksigin tüm kusaklar tarafindan el birligi ile tamamlanmasidir. Bu kusagi hareketlendiren 68 , 78 ile 90 kusaginin birlikte olusturduklari Eko platformu ve aktiviteleridir. Platformun eylem cagrisi, her yastan insani ve farkli düsünenleri biraraya getirmesi ile de bunu göstermektedir.
Eylemliklerdeki bu farkli düsünceler icinde AKP ye karsi MHP nin fasist yapisina es degerli ve hatta daha tehlikeli bir IP li cuntaci, Atatürkcü düsünce ve bayrak fetisizmi getirilmeye calisilan nasyonalist tehlikedir. Vatan bolucu kürt düsmanligini körüklenmektedir. Bu gün iktidarda olan akp nin vucut buldugu dinci politikasina karsi darbeci, laiklik-kemalistlik-vatan-millet -sakarya dusuncesiyle fasist mhp nin disinda bu yeni nasyonalist yapi eklenmistir.
Akp iktidarini diger iktidar partilerinden ayiran, sermaye ve kapitalist ulkelere sirtini dayayip muslumanlik adina yasaklar getirmesi, ortacag metodu olan:ezberci egitim sistemi- camiler, mescitlere, imam okullarinin acilmasinin abartilmasi – kilik kiyafette, aile planlamasina , ahlakli nesil yetistirilmesi adi altinda beyinleri uyusturma calismalari-kisilerin aliskanliklarina( sigar-icki vb.) % 50 lerdeki oyuyla iktidar gücüne sahip bir kisinin emirlerine cogunlugun itiaat etmesini dayatmistir.
Iktidardaki zihniyete karsi kitlelerin suskunlugu, akp nin basarisi degildi. 12 eylül darbesi sonrasi geride kalan ölü topragin üzerinde din sermayenin iktidar olmasini, savastan yenilgiyle cikmis insanlar üzerinde uyguladi. Darbe sonrasi insanlarin umutsuzlugunu yasamalarina bile izin verilmedi. Kitleler bu agir ve zor yillarin etkisinde hareketsizlesmistir. Iktidarda bu kadar uzun süre kalmalari, muhalefet partilerinin basarisizligi olmayip bu umutsuz insanlarin muhalafete olmamalaridir.
Toplumsal muhalefetin, ilk tepkisi Hrand Drink katledilmesi sonrasi gösterilerdir. Iktidara tepki olarak türk bayraklari ile gelip hepimiz Ermeniyiz slogani olmustur. Din- sermayenin baskisina karsi ermeni- türk kardesligini türk bayragi ile birlestirilmesidir.
Ermeni soy kiyimi yillar önce yapilmis ama tarih iste gercegi ile yine karsimiza cikarmistir.
Ayni sekilde su anki biz her türlü milliyetciligi karsiyiz, kürt milliyetciliginde ayni bakiyoruz anlayisi olan konservativ sol. Kürt halki ne zaman baska bir halkla esitlesti. Düne kadar kürtce konusmak yasakti. Bu halk asagilandi, varliklari red edildi, kültürleri ellerinden alindi, kendilerini red ederek yasamaya zorlandilar. Bu halkin mücadelesi ulusalcilikla suclamak; yani basinizdaki isci partili ulusalcilari- yani basinizdaki mhp – hep tepedeki devlet politikalari- cebindeki turk kimligi bunlar egemen guc ulusalcilik olmuyorlar. Kürt halkinin kendilerini ifade etmesi ise ulusalcilikla tehlike görülüyor. Eger ulusalcilik yasanacaksa türk halki nasil mücadele edecekse vede ediyorsa ayni hakki da kürt halkinda beklediginiz an Kürt- Türk kardestir sloganin anlam bulur.
Dünyada bir cok örnegi vardir dinleri- dilleri – gelenek -görenekleri- hatta ic islerinde kendi dis iclerinde ülkelerine bagli olan yönetimlerde vardir. Bizde ise ya ulusalci- ya vatan bölen- düsmanca önyargi- etiketlerimiz hemen hazir. Kürt halkinin kabullenilmesi türkiye topraklarinda yasayan tüm halklarin kardesligi ile birlesecektir. Demokratiklesmeye yardimci oldugu ve ulusalciligi alasagi ettigi an olacaktir.
Istanbulda agaclarin kesilmesi karadenizde barajlarin yapilmasi icin agaclarin kesilmesi- ic savas durumunda oldugu dönemde kürt halkinin agaclarinin kesilmesi- yakilmasina karsi tepkimiz ortak oldugunda demokratiklesmeyi basarabiliriz. Bayragi -vatani insan üstünlügünün yerine koyan mantiga karsi insanligimiz olmalidir, dedigimizde iste o zaman Insan olacagiz. Yada bayrak- vatan- millet- sakarya naralari ile türkiye topraklarinda at üzerinde cirit atip herkesi düsünce boyutunda kilictan gecirecegiz.
Devrim: yalnizca kurumlar ve ekonomik- siyasi iliskiler uzerinden yorumlamalarla degil, kendimizden basladigimizda canli- cansiz tüm evrenle dogayla girdigimiz iliskilerin bilinci ile icinde oldugumuz her seyi yasami yorumlayisimizdadir.
Türkiye topraklarinda 12 eylül fasizminden sonra ortaya cikan ilkler: ilk aktiviteler, marksist bir ideolojinin disinda bir baska dünya mümkün diyen Anarsizm – Sokak tiyatrolari – Calismalari -Feminist örgütlenme bicimlerinin cesitli kollari – Eko anarsizmi – Hayvan haklari-Vicdani red hareketi -Savas karsitligi – Ötekilestirmeme icin aktiviteler- Kürt hareketinin kendini ifade etmesi – Gerillara halkin sahiplenilmesi- Kayip annnelerin hak arama cabalari – grevler ve grevlerinin biciminin degismeye baslamasi yani tek bir bireyin bile hakkini arama cesareti- Quer hareketi ve örgütlenmeleri- Mülteciler sorununun sahiplenilmesi- sokak catismalari ve tartisma platformlari- vb.hareketlenme ile aktivistlerin olumlu – olumsuz -farkinda yada farkinda olmadan yasadiklari deneyimlerle birlikte bireyin belirleyicigini yansittilar. Toplumsal degisimin baska kulvarininda olacagini göstermis oldular.
Hem kendileri icin hem var olduklari toplum icinde bir ayna görevini yaptilar. Insanlar simdiye kadar hep örgütlü ve ait olduklari bir grupla degil tek bir birey olarakta güclerini farkettiler.
12 eylül fasist darbeyle insanlarin beyinlerine yüreklerine hapis edilen hak aralamalarinin sokaklarda özgürlesmesine yardimci oldular.
( bizler gibi darbeler yasayan latin halklarindada benzeri sürecler yasamasi paralellik tasimaktadir)
Taksim geziparki eylemde, eko aktiviteleri ile halkin sistemle olan mutsuzlugunu birlestirdi.
Taksimin ilk baslama noktasi:
24 mayis konseri „ dik oyna“ konseri –cagri icerigi:
Horon asktir,
ozgurluktur horon direnmektir, isyandir dememizin ustunden iki yil gecti. Iki
yilda yasam alanlari icin direnen yuzlerce insan hakkinda davalar acildi,
dogaya ve yasama sahip cikanlar “suclu” ilan edilip sorusturmalara,
gozaltilara, yargilamalara ve tutuklamalara maruz kaldi.
Yine bu iki yil
icerisinde topragini, suyunu, havasini savunanlar; yasam dusmani sirketleri
koruyan polis/jandarma siddetiyle, copla, gaz bombasiyla, silah dipcigiyle
korkutulmaya ve yildirilmaya calisildi.
Bizler hala daglarin
doruklarindan kopup gelen dereler gibi ritim tutuyoruz koylerde, sehirlerde ve
sokaklarda. “Korkmadik, bezmedik ve hala buradayiz” diyoruz.
Doga bizlere simdi
daha guclu, simdi daha yuksek bir sesle “komut” veriyor: DIK OYNA
Ekolojik yikima;
rant projelerine, dillerin-kulturlerin yok edilmesine, doganin ve yasamin her
alaninin talan edilerek ticarilestirilmesine karsi dik oynamak icin yasami
savunan tum dostlari Karadeniz Isyan ve Dayanisma Konserinde bir araya gelmeye
cagiriyoruz
Konserden sonraki asamada ise geziparki agaclarin sahiplenilmesi icin protestosu duyurusunun iceriginin özgür ve gönüllü olusudur.
Gezi parkinin eylem cagrisi olan; Yemeğini/ yüreğini/ sanatını / çocuğunu / aklını / çadırını / KENDİNİ kap da gel!
Parklar, meydanlar, sokaklar, mahalleler, bu kent bizimle baslayan , icerigi, eylem sekli, eyleme hazirlanma bicimidir.
24 mayisda Konserle baslayan- 27 mayisda eyleme dönüsen – 31 mayisda ise gönüllü dayanisma ile tr bir cok yerine yayilmistir.
12 eylül sonrasi yukarda anlatmaya calistigim aktiviteler devam etti. Bu ilk aktiviteler bireyin kendin yap- degisimi kendinden baslat bilincinin ortaya cikmasina olanak sagladi. Gezi parki eylemcilerine saldiran polise karsi ilk müdahale eden ve makinalarin ününe gecen Sirri Süreyya Önder eylemi basina tasiyip kamuoyu yaratmistir. Parlementer kimligini hice saymasi ve bu eylemli baslatan eylemcilerle ayni sekilde sahiplenmesi akp den mennun olmayanlarida eyleme gecirmistir.
Mücadelenin agaclarin sahiplenilmesinin, insan haklarininda birbirleriyle bütünlük icinde olusunun bir yanini yansitmistir. Cevremizdeki her hangi bir degisim herseyi etkilemektedir. Cevremize karsi ilgisiz ve kör olmak, kendimize de kor olmaktir. Geziparki platformunun basin aciklamasinda talepler ve eylemler butunlesmistir.
Gezi parkinin park olarak kalmasi, Agaclarin kesilmemesi. AVM yapilmamasi, orantisiz siddet uygulayan polis, valilarden hesap sorulmasi, gözaltina alinanlarin serbest birakilmasi, turkiye nin tüm kamusal alanlarda toplanti, gösteri, eylem yasaklarina, fiili engellemelere son verilmesi ve ifade özgürlügünün önünde engellerin kalkmasi.
Ayni sekilde sloganlarda eylemin rengini yansitmaktadir. Herkes bir seyler yazma özgürlügünü kullanmistir.
Alkolu yasakladin millet ayildi – Her yer Taksim her yer direnis- geleneksel gaz festivaline hosgeldiniz_ korkma biziz halk- 3-5 agac baksana ne yapiyor – rabbime sordum direngezi dedi- polis dudaklarina yapisip kalicam- ne devrim ne seriat sadece saygi- korkak medya- anamizi aldik geldik- ben gezi parkinda kanat carpan kelebegin kizilayda yarattigi firtinayi istiyorum- kahvaltimi yaptim simdi catisabilirim- direndik icimizdeki ölü vatandasi kurtajla aldirdik-Polis kardes gercekten gözlerimizi yasartiyorsun- devrim televizyonlarda yayinlanamayacak. Vb sloganlar da taleplerle bir paralellik bütünlük tasiyor.
1978 kusaginin ait olan bir slogan ise ilk defa herkes tarafindan kullanildi “ Fasizme Karsi Omuz Omuza“ direnisde ortak soylenen slogan oldu.
Kisacasi eylemin baslangici – simdiye kadar devam eden dayanismaci- toleransli – ozguvenle dusuncesini soylemesi – kutuplasmama- herkesin gönüllü ve canla basla calismalari , bu alternatif yasam bicimi ilk oldu.
Komun düsüncesi ise dünyada 68 kusaginda yasanirken bizler o dönemde komun yasami bilmiyorduk. Dogal olarak 68 de yasanmasi gerekeninin gecikmeli olarak su an yasanmasida kendi icinde bir cok sorunda tasiyacaktir. Anit komuncu olusumuz atasözlerimize kadar islenmistir. Her koyun kendi bacagindan asilir, kapini acik birakma komsunu hirsiz yaparsin, vb.
Komun yasam iste simdi Taksimin ortasinda vucut bulmustur. Insanlar örgütlenme bicimini degistiriyorlar. Kendinde ve cevresinde bir seyleri degistirebiliyorlar. Cesitli orgutlenme bicimleri yaratmaktadirlar.. Otonom, kollektif ve ozgurlukcu yasam bicimine dogru gidilmektedir.
Insanlar artik yasam kararlarim bana aittir, bana emir verme ve yasak koyma tepkisiyle yola ciktilar. Bunu düsündügüm icinde suclu degilim ve suclu hissetmiyorum vede yalniz degilim ifadesini paylasarak gösteriyorlar. Icimizdeki hapislerimiz, özgür olmak istemektedirler. Bunuda deneyleriyle bir sonraki sürece tasimaktadirlar.
Bir coklari devrim demektedir, devrimdende cok bir basikaldiridir. Kisilerin birey olarak varolduklari zeminin farkinda olmalari ve o zemin icin mücadele etmenin özgürlügünü yasamasidir. Ben varimin, bizde varizlara gönüllü dönüsmesidir. Uzun zamandir beklenilen ve gec yasanan cok sesli uyanistir.
„ Direndik icimizdeki ölü vatandasi kurtajla aldirdik“ duvar yazisindadir.
iris yilmaz.
20.06.2013
Gezi Notları…(IV) Nerede Çokluk Orada Özgürlük…
Posted in Makaleler on 07/06/2013 by KarakökMayıs-Haziran Taksim Devrimi Martiri Abdullah Cömert’in anısına…
Dün akşam ve gece Ceren’le birlikte Taksim Gezi’sindeydik. Dorina’nın özenle diktiği kızıl-kara bayraklarımız ellerimizde. Benimkinin üzerinde püskürtme boyasıyla ve eğri büğrü bir yazıyla yazdığım, yuvarlak içindeki A ile birlikte CNT-FAI, Durruti yazısı vardı. Ceren’inkinin üzerinde ise, Biji Azadi yazıyordu. Bu yazıyla, harekete katılmakta ikircikli davranan Kürtlere bir mesaj vermek istemiştik. Onları bu kez meydanda gördüğümüze sevindik. Kürt politik hareketi böyle bir devrimin kenarında durmayı doğru bulmamış, güçlerini katmaya karar vermişti. Benimkinin üzerindeki yazı ise, ancak “hard-corn” anarşistlerin anlayabileceği türden, epeyce marjinal bir yazıydı. O meydandaki muazzam kalabalık içinde, 1936 yılında Franko darbecilerine karşı ellerindeki çekiçlerle özgürlük için dövüşmüş ve kenti çıplak elleriyle ele geçirmiş anarko-sendikalist CNT’li işçileri, İberya Anarşist Federasyonu’nu ve anarşist kahraman Durruti’yi kim bilir, kim hatırlardı. Ne var ki, her büyük topluluğun birkaç marjinale her zaman ihtiyacı vardır.
Dün gece Taksim Gezisi’nde, sürekli akışkan kalabalıkların tümünü hesaba katarsanız bence iki yüz binden fazla insan vardı. O küçük park tuhaf bir şekilde büyümüş, devleşmişti. Hayatımda ilk kez, net bir biçimde, mekânların çapının da görece olduğunu fark ettim. Taksim Gezisi, içine aldığı muazzam kalabalıklarla birlikte büyümüş de büyümüştü. Normal zamanda on dakikada turlayacağınız bu park, devasa bir alana dönüşmüştü. Ve söylemeye elbette gerek yok ki, orada Türkiye’nin bütün çoğulları, bütün renkleri bir aradaydı. Hem de barış içinde. Okumaya devam et
Türkiye’de anarşist olmak!
Posted in Makaleler with tags Türkiye'de anarşist olmak! on 29/01/2013 by Karakök
İstanbul’un sosyallikten yoksun yeri pendik’te, yirmi beşinci yılıma giriyorum. Param yetmediği için üniversiteyi terk ettim ve harç kredi borçlarım olduğu gibi duruyor. Çalıştığım şirketler maaşımı ödemedikleri için iki iş davam hâlâ sürüyor. Aileme bakma sorumluluğum var ve gelirim aybaşında elime geçmeden bitiyor. İki tane limiti dolmuş kredi kartımın icralık olmasını bekliyorum. Devletin kurumlarıysa hâlâ ellerindeki anketin sonucuna göre, gençlere sürekli gelecekten bahsediyor. Ancak geleceğin bir geleceği yok.
Anarşist terör örgütü operasyonu, Ergenekon, balyoz veya kck davaları gibi medyada yer almadı. Çünkü anarşistlerin büro, lider ya da başkanlık yapılanması gibi hiyerarşi alanları yok. Fakat birçok ülkede anarşistler tarafından Türk konsoloslukları önlerinde eylemler oldu, konserler düzenlendi, mitingler yapıldı. Aslında bu davanın sonucu başta belliydi: kamu malına zarar ve gösteri kanununa muhalefet. Davaya özel yetkili mahkeme yerine normalde olması gereken asliye mahkemesi baksa, tutuksuz yargılama olurdu. İkametgâh adresimden alındım, ancak mahkeme kaçma şüphesi var gerekçesiyle tutuklamaya karar verdi. AİHS’ye göre tutukluluk ile dosyada gizlilik bir arada yürütülemez ama özel yetkili mahkemelerin pençelerine kim karşı koyabiliyor ki. Bizde devletin bu adaletsizliğine karşı kendi sesimizi çıkarabilmek için dönüşümlü açlık grevi yaptık ve savcılık ile medyaya bildirimde bulunduk, ancak arkadaş ve ailelerimizden başka sesimizi duyan olmadı. Devlet anarşist bireylerin 1 Mayıs eylemini egemen sınıfın ayrıcalıklarına saldırdığını düşünerek cezalandırmalıydı. İnsanlığın savunmasız kaldığı duvarlar arasında üç ay kaldık.
1 Mayıs 1886’da ABD’nin haymarket meydanında gerçekleşen eylem sonrası beş anarşistin idam edilmesiyle devlet terörü başladı. 1 Mayıs 1977’de taksim meydanında otuz dört solcunun katledilmesi de terörizmdi. Her otorite özde kötü kılınır ve bu otorite, medyada anarşistleri terörist olarak lanse ederek sadece kendilerini kandırmış oldular. Gerekçesi ne olursa olsun kamu yararına yargılama, bir kimsenin hayatına bedel ediliyorsa, buna şiddet ve terörizm denir. Ama bir camın yâda pencerenin kırılması şiddet değildir, terörizm hiç değildir. Bankalar sürekli hayatımıza bir değer biçiyor. Bize borçlarımızın olduğunu ve bunun için sürekli çalışmaktan başka bir çaremizin olmadığını hatırlatıyor. Her sabah gittiğimiz zindan gibi işyerlerinden, akşam insanlıktan çıkmış halde dönüyoruz. Ne suç işledim de, hayatım boyunca çalışmak zorundayım ki!
Bir anarşist olarak, daha az çalışıp bolluk içerisinde yaşamaktan
başka bir arzum yok.
oğuz topal…
25 KASIM ” KADINA YÖNELIK SIDDETE KARSI MÜCADELE GÜNÜ”
Posted in Feminizm, Makaleler with tags 25 KASIM " KADINA YÖNELIK SIDDETE KARSI MÜCADELE GÜNÜ" on 25/11/2012 by KarakökBarbarlığın ve Vahşetin Özü !
Tarih: 25 Kasım 1960
Yer: Dominik Cumhuriyeti.
3 kız kardeş Clandestina Hareketi’nin öncülerinden olan Patria, Minerva ve Maria Terasa Trujillo diktatörlüğü tarafından tecavüz edilerek katledildiler.
Tarih: 1981
Yer: Kolombiya.
Ve 1981 yılında, Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda ülkelerinde siyasal özgürlük için kararlılıkla mücadele veren bu cesur kadınlar anısına 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan edilirken, asıl hedef, Mirabel kardeşlerin katlinde simgeleşen sistemin şiddeti oldu.
Tarih: 1999
Mirabel kardeşlerin katledilmesinden 39 yıl sonra Birleşmiş Milletler 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak karar altına aldı. Fakat aynı Birleşmiş Milletler Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Kosova’da kadınların yaşadığı tecavüz, işkence ve katliamlara yönelik herhangi bir yaptırımda bulunmayıp seyretmeyi tercih etmektedir.
Mirabel kardeşlerin mücadelesi yol gösteriyor
Patria, 1960 Haziran ayında diktatörlük karşıtı en büyük hareket olan Clandestina’yı kurdu. İki kız kardeş de ona katıldı ve mücadelelerinden ötürü hareketin sembolü haline geldiler. Mirabel kardeşler, ülkelerinde siyasal özgürlük için Okumaya devam et
Komünizm Fikri Yeniden Hayata Dönerken…
Posted in Makaleler with tags Komünizm Fikri Yeniden Hayata Dönerken… on 27/10/2012 by KarakökKomünizm Fikri (Berlin Konferansı, 2010), (Hazırlayanlar: Alain Badiou ve Slovoj Žižek; çev: Okan Doğan, Savaş Kılıç, Haluk Barışcan; Metis Defterleri, 2012)
Mart 2009’da, Londra’daki Birbeck İnsani Bilimler Enstitüsü tarafından düzenlenen “Bir İdea Olarak Komünizm” adlı konferansa sunulan metinler Ayrıntı Yayınları tarafından aynı adla kitaplaştırılmıştı (2011, çev: Ahmet Ergenç ve Ebru Kılıç). Bu kitabı, “Žižek Ne Yaptı?” (8 Ocak 2011) adlı makalemde, ağırlıklı olarak Slovoj Žižek’in şahsında değerlendirmeye çalışmıştım. Aynı girişim bu sefer 2010 yılında yapılan Berlin Konferansı olarak çıkıyor karşımıza. Alain Badiou ve Slovoj Žižek, yine girişimin esas örgütleyicileri. Okumaya devam et
Bunlar mizah kitabından değil Kaymakamlığın dağıttığı yardımcı kitaptan! / Ece Temelkuran
Posted in Haberler, Makaleler with tags Bunlar mizah kitabından değil Kaymakamlığın dağıttığı yardımcı kitaptan! / Ece Temelkuran on 22/10/2012 by KarakökBunlar mizah kitabından değil Kaymakamlığın dağıttığı yardımcı kitaptan!İstanbul Maltepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü emriyle 5, 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerine bir seri yardımcı kitap dağıtıldı. “Büyük Adım Biyografi” adlı seri kitaplardan “Her Taş Cevher Değildir” ve “Hafıza Defterine Adını Yazdıranlar” adlı kitaplardaki ifadeler şaşkınlık yarattı.
10-13 yaş arasındaki yoksul öğrencilere dağıtılan kitaplarda, 15 kitaptan oluşuyor
*Charles Robert Darwin (Evrim teorisinin mucidi): “Küçük Charles’in iki derdi vardır. Birincisi Yahudi’dir ve kendini gizlemek zorundadır. İkincisi çıkık alnından, iri burnundan ve şekilsiz dişlerinden nefret eder. Okuldan ziyade hayvanat bahçesine takılır, maymunlara fıstık atar. Pasifik’te üç beş tane renkli kertenkele görünce nesli kesilmiş canlılarla yaşayanlar arasında münasebet kurmaya çalışır. Tam 20 yıl boyunca tezine uyacak malzemeler araştırır. Evet, şüphe içindedir ve kendini kandırdığının farkındadır. Okumaya devam et
Türkiye Orta Doğu’nun yeni Pakistan’ı mı olacak?
Posted in Makaleler with tags Türkiye Orta Doğu'nun yeni Pakistan'ı mı olacak? on 17/09/2012 by Karakök
Independent gazetesinin deneyimli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Müslüman ülkelerde son yaşanan protestolar üzerinden kaleme aldığı bugünkü yazısında, yaşanan gelişmelerin Batı’nın yanlış politikalarından kaynaklandığını ileri sürerken Türkiye’yle ilgili de ilginç bir benzetmede bulundu. Okumaya devam et
Tayfun Gönül: Hayata da Ölüme de Gülümseyerek Bakan Anarşist…
Posted in Makaleler with tags Tayfun Gönül: Hayata da Ölüme de Gülümseyerek Bakan Anarşist… on 31/07/2012 by KarakökTayfun Gönül’ü 1970’lerin sonlarından beri tanırdım. O zamanki Maocu partinin gençlik örgütlenmesinin içindeydi, Hacettepeli Aydınlıkçı gençlerden biriydi. Daha o zamandan hayata muzipçe gülümsediğini hatırlıyorum. Doktor olmak falan umurunda değildi sanki. Hayat öyle büyük, öyle derin, öyle güzeldi ki. Doktor olmuşsun ya da bir başka şey, ne önemi vardı. Bu büyük hayatın içine olduğun gibi atılmak, onun sırlarına kafa yormak ve hep birlikte yaşayıp gitmek en güzeli değil miydi?
Sonra, 1980’li yıllarda onun doktor olduğu halde hiç de bir doktor gibi yaşamadığını, anarşist olduğunu, ilk vicdani retçi olduğunu, kendisi gibi arkadaşlarıyla komünal bir hayat sürdüğünü duydum uzaktan uzağa. Daha sonra doktorluğu da bırakmış, sahil kasabalarında bileklik falan satarak yaşıyormuş. Ruhuna yabancı hiçbir hayatı kabul etmeyecek kadar özgür bir ruhtu. Okumaya devam et