09- Türkiyede Feminizme Bakis

Toplumu olusturan cinsiyetlerin sosyo-ekonomik-politik-kültürel yasam paylasimlarinin esitlik mücadelesinde19.yy  baslayip bu güne kadar süren Feminizm  hareketi yarin ve daima varolacaktir. 1840 larda kölelige karsi siyahlarin mücadelesi  basladiginda, kadinlar kendi durumlarinin kölelerden farkli olmadigini görmüslerdi.  O zamanlarin yasanan en acik örnegi ise 1842 de Dünya Kölelik Karsiti kongresine katilmak isteyen kadinlara karsi takinilan tutumdur.  Kadinlarin bu kongreye katilmasinin engellenmesi  ve  en kötüsü ise kadinlarin perde arkasinda  yer almalarini istemeleri olmustur. Kölelik karsiti zirvesinin bu ikiyüzlülügüne öfkelenen kadinlar, kadin kurtulusu icin örgütlenmeye baslamislerdir.Bu da gösteriyor ki, mücadele dünde bu günde kacinilmazdir.  Devlet ve siniflar varoldugu sürece insanligin özgürlük arayislari ile cifte mücadele etmek zorunda kalan kadinlar bunun bilinciyle kendi tarihi icinde feministlesme süreclerinide yasayacaklardir.

Ekonomik özgürlügün tek basina yeterli olmadigini görmekteyiz. Sosyalist ve kültür devrimlerimlerinde  kadin ve erkek birlikte mücadele etmelerine ragmen kadinin yeri Kapitalist sistemdeki gibi ayni kalmistir. Ekonomik ve sosyal devrimler kadinlarin özgürlügü icin yeterlilik tasimamaktadir. Kadinlar artik politik mücadelede yer almanin ayni zamanda kendi özel durumlarinin, sistem ici iki kat kölelestirilmesinin bilincinde hareket etmektedirler. Tarih  ve yasam göstermistirki kadinlarin mücadelesi ne tali nede nihai dir. Mücadele yarina gelecege dair olmayip bu günde ve birey olma sorumlulugu  ile icicelik tasimaktadir.

Günümüzde sorun olarak devam eden esit ise- esit ücret aktüelligini  korumaktadir. Erkeklerle  ayni  iste calisan kadinlar, erkeklere göre daha az kariyeri olmakta  ve daha az ücret almaktadir. Disarda ekonomik  üretim icinde yer alan kadinin cifte sömürülmesi evdeki konumu ile de devam etmektedir.  Evin reisine es, cocuklarina anne olmanin getirdigi ev  isleri yine kadinin sorumlulugunda olmasi ücretsiz cifte sömürüyü yaratmaktadir. Kadinlarin bu bedava emek gücünden kurtulmasi ve kendini ortaya koymasi gerekmektedir. Devletin ve ailenin kadini uzun vadeli, sistemli kölelestirme politikalari ( yuvayi disi kus yapar) ile toplumsal rol vererek sistemlerinin devamini ve krizlerini atlatmalarinda kadini kullanmislardir. Aile icinde parcalanan her sömürü halkasi, ayni zamanda devletin dayattigi geri egitim ve kültüre karsi bir parcalanma ile esit oldugunun bilincinde hareket etmeliyiz.

Kadinin duygusalliginin kullanilmasi; anne, es, sevgili olmanin ve erkegin cinsel ihtiyacini gidermek ve bu duygusalliklarin esit paylasilmamasi, güzel olan duygularin bile yük ve agirliga dönüsmesine neden olmaktadir. Kadin ya es- ya anne- ya kizkardes- ya sevgili hep ön bir yafta ile anilmasinin sessiz kabulu kadinin kendi öz kimligini kaybetmesine neden olmaktadir.  Kadinlar karsisina esleri-babalari-erkek kardesleri-sevgilileri ve isyerlerindeki erkek egemen baskilerin yansimasina karsi mücadele etmeleri ile ayni zamanda ve es degerde  politik mücedelesinin icice oldugun farkindadir.

Sevgi, paylasimin ürettigi güzelligi yasamaya aday olduklari halde kullanilan duygusalliklarina esir olmalari kendilerini  görmelerini engellemektedir.Annelik duygusunun, yaratmanin ve paylasimin getirdigi birliktelik ile cocuga karsi birinci elden sorumlu olmaya zorlanmaktadir.Yillardir aile icinde cocuk egitimikültürü ve tüm emekler kadina yöneltilmistir.

Annelik duygusunun biyolojik-psikolojik  ve hormonsal gelisiminin belirliyici olan etkisi ile gerici egitiminin,  kültürün ve  sömüren duygusalliklarin kadina karsi kullanilmasi kadina ait bir yasam degildir. Artik bu özel kadina ait denilen her duygu etiketine karsi kendi anlayisimizin ve duygularimizin sömürülmesine  karsi olmanin bilincinde olmaliyiz.

Paylasimlarda esitsizlik konusunda ise,yasanan her alanda oldugu gibi burdada  ezilmisligin, haksizligin dayattigi mücadele kacinilmazdir. Yillara dayali feodal kültüre- gelenege- görenege ve kapitalizmin bizleri metalastirmasina karsi güc olusturmaliyiz. Bizim istemedigimiz bu kurgulu yasam, bizim yasamimizin icinde bizi yok ederek  kendini var etmektedir.

Ask anlayisimizi yasamak ve sistem icindeki zorluklarla mücadele etmek, kendi icimizde kendimizle  mücadele etmekle icicedir. Geri kültürün özel yasam tabulari ile kadinin ve erkegin iliskilerinin kutsanip denetlenmesi tipik devletin insanlari denetledigi  kontrollu- sistematik politikasinin ürünüdür. Ask aciklik ve esit oldugu sürecte sistem icinde kendi alternatifini yaratmasi mümkün olabilir. Ask sömürü politikasinin  getirdigi özel- gizli pozisyonlar ile degil acik kimliklerle yasamasiyla anlami bulabilir.

Devletin ve feodal düsüncelerin baskilari ile kadinin aile kurmasi ve üremesi yükümlülügünü  kadinin bir kullanma araci olarak  görmesidir.

Artik birey olma özgürlügünün bilincinde, anti demokratik  uygulamalara karsi tek basina mücadele  etmek kacilmaz olmaktadir. Ist Desa fabrikasinda sendikali oldugu icin isinden atilan bir kadin iscinin tek basina fabrikanin önünde yaptigi tek kisilik grev örnegi gibi. Bu eyleme bütün kadin örgütleri  ve bireyler, kurumlar, basin  destek vererek yanki bulmasi  ile yalnizlastirmamislardir. Bu eylem tek bir kisilik olup cok seslilige dönüsmüstür.

Disarda isyerlerinde-karakollarda ve cezaevlerinde tutsak kadinlara uygulanan baski-iskence-taciz-tecavüz olaylarina sessiz kalmayip hukuksal mücadelelerini sürdürmekte  ve kadin dayanismalarini paylasimlarla  gelistirilmektedirler.

Örnegin Gebze cezaevinde 17/18 ekim tarihinde PKK’li kadin tutsaklarin bulundugu koguslara adli erkek tutuklular tarafindan bicakli ve satirli, küfür ve tecavüz tehditleri iceren, saldirilar yasanmistir. Türkiyede PKK’nin tekrar aktiflesmesiyle, nasyonalizm daha cok yükselip, her alanda tehdit olusturmaktadir. Devletin cezaevlerini nasil kullandiginin bir kanitidir. Buna karsilik, 30’un üzerinde kadin örgütlenmeleri saldiriya ugrayan kadin tutsaklarin ailelerine destek verdiler. Örgütler ve avukat olarak „Özlem Özkan“ Gebze hapishane müdürü ve saldiranlar hakkinda fiziksel saldiri, cinsel taciz, hakaret ve tehdit suclarindan dolayi suc duyurusunda bulundular.

Cinsel yönelimleri farkli olanlarin karsilastiklari sorunlarina cözüm aramalar, örgütlenmeler yaratilmaktadir. Toplum ici ve aileleri ile barisik yasamalarinin calismalari, aile terapilerinin örgütlenmesi  bilgilendirilmelerle dayanisma gelistirilmektedir.

Vicdani reddin  feministler olarak desteklenmesi  ve savasa karsi örgütlenmelerde  aktiv olarak yer almaktadirlar.

Kadinlar artik politik mücadelede yer almanin ayni zamanda kendi özel politik calismalarinin olmasinin bilincinde hareket etmektedirler. Türkiyede 32 üzerinde kadin örgütlemesi  ve kendi yayin organlari ile ortak sorunlarinda beraber hareket etmenin sorunlulugunu hissetmektedirler. Tüm kadin örgütleri ve kisiler örgütlenmenin yanliz kendi ülkenin sinirlari icinde degil, evrensel boyutundada yer almaktadirlar.

Yargitay 5. Dairesi üyelerinin Adalet Bakanligi Komisyonundan yaptigi kadin düsmani önerilere Türkiyeden tüm kadin örgütlerin ve bireylerin ve Almanyadan 25 kurum ve kisilerin tepkisine ve protestosuna yol acmistir. Yargitay üyelerinin önerileri: evlilik yasinin 17 den 14 e indirilmesi, aile ici tecavüzün 7 yil olan cezanin 6 yil ile 1 yil arasina düsürülmesi, tecavüzcülerin tecavüz ettileri kisi ile evlenmeleri halinde ceza almamasidir. Kadinlara karsi cinsiyetci fasist yaptirimlari  erkek egemenligi üzerinden kadinlara uygulamaktadirlar.

Feminist hareket icinde farkliliklarin paylasilmasi ve birbirini tanima sonucu, kimi sorun ve ideolojik catismalarin yasanmasida kacinilmazdir.Feminizm bir kimlik sorunu degil bir politik degisim ve devrim istemidir.“ Artik devrim olmadan kadinlar kurtulmaz, kadinlar olmadan devrim olmaz“ slogani bos ve anlamsiz kalmaktadir. Devrim simdiden hemen ve tüm insanlarin hücrelerine kadar isleyen bu güne degin devam eden herseyin tümden reddini yasamaya aday olamaktir.Birey olmanin sorumlulugunu su varoldugumuz yasamda ifade etme hakkini kullanmak icin tek kisi veya örgütlü olarak yasamlarin  degistirmesi ile mümkündür.Devrim insanligi  anlamada ve algilamada yatar. Kadinlarin özgürlesme hareketi ayni zamanda ve de kacinilmaz insanliginda özgürlesmesidir.Bunun anlami, bu günden baslayarak kendi icimizdeki devrimi yaratmaktir.

Kadini kadina karsi kullanma olan  her zaman denenen politikalar. Yaratamayan, tanimlayamayan ve kendi cinsine uzak, gercek yasamin icinde olmayan iktidar mantikli burjuva medyatik kadinlarin kafa bulandirma, kadinin icini bosalatma gayretlerinin getirdigi yari cahil  kadin tipi yaratma sistem  tarafindan kendi programlari ile topluma dayatilmaktadir.

„Kendilerini varetmenin yolu erkegin ekseninden gecer“ mantigi kadinin kendisine inancsizligini ve güvensizligini yaratmaktadir. Daima yaninda güclü bir erkegin varligi ile varolmasini bütünlestiren kadinlarin erkek olmadiginda hic bir sey yaratma( üretme) ihtiyaci hissetmemeleri ve yasamlarinda bir anlam ve deger görmemelerine  neden olmaktadir.

Iki beden ve tek beyinden olusan bir iliskinin yarattigi bagimlilik, iliskinin kölelige dönüsmesi, kadin ve erkegin kendi kimlikleri ile birbirlerinden bagimsiz hareket etmelerini ve ayri bir dünya yaratmalarini engellemektedir. Bu iliski türü devletin sistematik bagimli oldugu ve hic bir zaman kopamayacagi kurumlarinin yapilasmasinin getirdigi sömürüsünden bir farki yoktur. Onlari ayirmak devleti yikmak gibidir, birey olarak kendini var etmek bu tek beyinli iliskide ihanet ile ifade bulur. Her türlü kendi disindaki  ayri örgütlenmelere ve iliskilerinde diger insanlarla kendilerini esit görmeye kapalidirlar.

Erkegi yaratan-erkegin hakimiyetine güc veren kadinlar, kendilerinin varliklarina ihaneti yasatmaktadirlar.

Bir toplulukta bile kendilerini erkeklere ispat etmek icin kendi cinslerini yok sayan, sadece erkegi muhatap alan kadinlarimizda vardir. Kendilerinin erkek tarafindan egolarinin kabul görmesinin halen onlarin kölesi oldugunun farkinda olmamasi, diger kendi cinslerini yok saymasi ile  kadinligindan utanmasini getirmektedir. Erkegin dünyasinda varolmak tipki baskasinin yasaminda var olmakla ama kendisinde ise varolmamakla esitlik tasir.

Kadin vucutlu ama erkek kafali olan kadinlarin varolmalari: cinsiyetci ve ataerkil sistemin yarattigi toplumsal cinsiyet rolleri, yalnizca erkeklerin degil, kadinlarinda kemiklerine kadar islemistir.Dogdugumuz andan itibaren bize kadin ve erkek olmanin kodlari dayatilmaktadir.Toplumsal cinsiyet kimliklerini-gendler-sorgulayamayan, körü körüne bu kimliklerini kabullenen, bunlarla mücadele etmeyen her kadin da, erkekler gibi cinsiyetcilikten ( cinsiyet ayrimciligindan) nasibini almistir.

Bu ve benzeri bir cok sorunlara ragmen bir adim öne atma cabalarimiz ve tüm pasiflestirmelere karsi artik kadinlar bilincli bir sekilde kendileri olmayi ve örgütlenmeyi ögreniyorlar.

Hayat heryerdedir. Etrafimizda ve icimizdedir. Sartlar ne olursa olsun kendimizi ifade etme hakkini kullanmaya devam edecegiz. Kadinlarin özgürlükleri kendi ellerinde ve bagimsiz örgütlenmelerindedir.

Kendimiz olmayi basarabilmek, bagimliliga, tabulara, tapinmalara ve tanrilastirmalara karsi verecegimiz özgürlük ve hakimiyetsizlik mücadelesiyle mümkündür.

Kapitalizmin yalnizlastirma politikalarina karsi mücadele,tek basina kalinsa dahi, cok sesli olmayi basarmaktir.

Feminist action

Iris Yilmaz

Karakök Otonomu türkiye-isvicre.

2 Yanıt “09- Türkiyede Feminizme Bakis”

  1. hiçte iyi değil

  2. karacekirge Says:

    Bu yazının amacı, vicdani reddi Nilgün Toker’in belirttiği gibi “anti militarizmi bir tahakküm sisteminin reddi ve değiştirilme talebi anlamına gelmesi bakımından politik bir sorumluluk” [i] olarak algılayıp bu noktada kadınlar ve vicdani red ya da kadın vicdani redcileri anlamak üzerine küçük bir denemedir.

    Pateman’a göre geleneksel dünyadan modern dünyaya geçiş “ataerkilliğin geleneksel (babaya dayalı) biçiminden yeni, özgül olarak modern (ya da kardeşliğe dayalı) biçimine; ataerkil sivil topluma geçiş”tir. [ii] Başka bir deyişle, modern dünyaya geçiş sırasında yapılan toplumsal sözleşme aslında kardeşler arası (erkek kardeşler) bir ortaklıktır. Baba eski düzenin belli başlı özelliklerini temsil etmekteydi: hiyerarşi, değişmezlik ve mutlak hakimiyet. Babanın iktidarının ortadan kaldırılmasından sonra kurulan bu ortaklık: Enloe’nun da dediği gibi cinsiyet farklılığının kodlanmış anlamlarının bulanıklaştığı yeni bir dünya “tahayyülünü” kapsar. Sonuç olarak önceden sadece babanın erişimine izin olan mülkiyet, toprak ve kadın artık kardeşler arası eşit erişime izin vermektedir. Yani artık kadını tanımlamak ve üzerinde iktidar kurma hakkı yeni modern erkeklerindir.

    Benzer bir şekilde, Berktay, Türk modernleşme projesini “İslami ataerkilliğin yerini Batılı ataerkilliğin alması” olarak yorumlamaktadır. [iii] “Yeni” erkeğin “yeni” kadını tanımlama çabası. Kadın sorunu, toplumsal cinsiyet ayrımlarının ortadan kaldırılması temelinde değil, uluslaşma sürecinin zorunlu bir parçası olması temelinde ele alınmıştır. Bu anlamıyla da Cumhuriyet modernleşmesi, kadınların kurtuluşu adına değil, Cumhuriyet için yeni kadınlar ve erkekler yaratılması yolunda -Pateman’nın yukarıda da belirttiği gibi- erkekler tarafından kurgulanmış bir modernleşme projesine dayanmaktadır. Başka bir deyişle ulusun koruyucusu ve kollayıcısı modern elitler (ya da TSK) kadını özneleştirmek yerine onu geçmişin izlerini taşıyan ve modern olabilmesi için erkeğe mahkum ikincil nesneler olarak algılamışlardır. Her daim modern ama iffetli sadık eş ve kutsal analar…

    Bunların ışığı altında kadınların ulus-devletle ilişkisi incelendiğinde; kadınlar öncelikle, ulusun biyolojik yeniden üretimiyle; ikincisi, kültürün nesilden nesile taşıyıcısı konumlarıyla bu ortaklığa/projeye dahil edilmektedirler. “Milletin anaları” ya da “milli ruhun temsilcisi” gibi sıfatlarla kültür taşıyıcıları haline dönüşürler. “Milli öz”ün simgesi olmaları nedeniyle vatan=kadın özdeşleştirilir. Yani yeni modern erkek yeni kadını tanımlamakla kalmayıp ona atfettiği sıfatlar ile onun üzerinde “doğal” olarak iktidarını yeniden üretir. Bu özdeşleştirme sonucunda kadın yani vatan her daim “bekçileri” (askerler yani erkekler) tarafından korunmaya, savunulmaya muhtaçtır. Başka bir deyişle kadın “pasif”leştirilir. Kadınların ulus ile bir tutulması, toplum tarafından onların fedakar bir anne/sadık bir eş ile hemhal olmasını destekler; bu durumda onu savunmak, hatta onun için ölmek, son derece doğal bir tepkidir. Erkeklerin vatanı savunan eyleyici özneler, kadınların da vatanla özdeşleştirilmiş savunulması gereken pasif nesneler olarak kurgulanmasına neden olur. Bunun sonucu olarak erkekler yüceltilir. Yani erkek kimliğinin kurgulanması için askerliğe ihtiyaç duyarlar. Kendi kimliklerinin tanımını kadınlara egemenlikleri üzerinden okurlar. Askerlik dili erkekliği yüceltir; kadınlığı/kadınları horlar. Durumu Tanıl Bora’nın kelimeleriyle irdelersek eğer: “askeriye/ordu, kendi kendisinin yapısal varoluş koşullarını oluşturur ve yeniden üretir”. [iv]

    Zorunlu askerlik yalnızca “yurdun müdafaasına” yönelik bir uygulama değil, aynı zamanda erkeklerin ve kadınların devletle arasındaki vatandaşlık ilişkisini belirleyen (ve kadınlar asker olmadığı için farklılaştıran) bir uygulamadır. [v] Bunun sonucu olarak “yurttaş” ve “sivil toplum” kavramları eril kavramlar olarak okunmaya başlanır. Modern-erkek egemen düzende kadınların vatandaşlığa birey olarak değil, kadın olarak dahil edilmelerinden ötürü, vatandaşlığın eşitliği sağlayan bir düzenleme olmadığı görülür. Erkekler “en kutsal vazife” olan askerlik yoluyla birinci sınıf vatandaş konumuna sahip olurlar. Bu nedenle vicdani red ya da militarizm eleştirisi erkek egemenliğinin eleştirisidir/erkek egemenliğe bir karşı duruştur. Yuval-Davis’in de belirttiği gibi kadınların, milletlerin yalnızca biyolojik, kültürel ve sembolik yeniden üretimindeki rollerine değil, vatandaşlık hakları ve yükümlülükleri yoluyla milletin sivil oluşumundaki konumlarına da eleştirel bir gözle bakmaktır. [vi] Askerlik kurumunun cinsiyet körlüğüne meydan okumaktır.

    Vicdani red kişinin ahlaki tercihi, dini inanç, felsefi görüş ya da politik nedenlerle askeri eğitim ve hizmette bulunmayı , silah taşımayı ve kullanmayı reddetmesidir. Tüm bu red nedenleri vicdani neden olarak kendisini gösterdiği için bu hak doğrudan doğruya vicdan ve din özgürlüğünün kullanımıyla ilgilidir. 2000 yılının nisan ayında BM insan hakları komisyonu 1998/ 77 nolu kararında belirtilen ilkeler uyarınca oylamaya başvurmadan 2000/34 nolu kararı kabul etti. bu karala insan hakları evrensel bildirisi ve medeni ve siyasi haklar sözleşmesinde yer alan düşünce özgürlüğü ile vicdan ve din özgürlüğünün meşru kullanımına uygun olarak, kişilere vicdani nedenlerle askeri hizmete karşı red hakkı tanındı.

    Vicdani red öldürmeme özgürlüğünü savunmaktır. Savaşın kaybettirdiklerine, askere gidip geri gelmeyenlere, bağrına taş basan annelere aslında en çok sahip çıkmaktır. Vatan sağ olsun lafı ile zincirlenmiş insanların haklarına, özgürlüklerine sahip çıkmak, ezilmişliklerine isyan etmektir. Şu anda kadın retçi sayısı 15’in üzerinde [vii]. Askere çağrılmadığı halde reddini açıklayan kadınlar bunu militarizme, savaşın ve şiddetin, ayrımcılığın tüm hallerine karşı, bir karşı duruş için yapıyorlar . Zaten bu tavrın hedefi doğrudan doğruya ordu ve silahlı güçlerdir ve bütün savaşın kendisidir. Savaş ekonomisi ve savaş mantığının kendisidir. Militarizmden en ağır bir şekilde eziyet çekenler kadınlardır. Çünkü militarizm, cinsiyetçilikle, ataerkilliğe, heteroseksizmle ve her türlü ayrımcılık biçimiyle, milliyetçilikle iç içe geçmiş bir ilişki halindedir. O yüzden bence kadınların duruşu çok anlamlıdır. Bir Kadın, bir anne, bir barış yanlısı, bir anti-militarist ve bir insan olarak orduları, onların yol açtığı ve katıldığı bütün savaşları, silahlanmayı ve her türlü silahı, ve bir bütün olarak şiddeti reddetmektir. Ve kadınların bu harekette “destekçi” konumundan daha fazlasına dair sözleri ve duruşlarının var olduğunun kanıtıdır. Çünkü kadın olarak her ne kadar askere alınma zorunlulukları olmasa da bazen tarafı çoğu zaman da mağduru oluyorlar. Sessiz kalmakla, savaşların desteklenmiş olacağını düşünerek ölmek, öldürmek, ezilmek sömürülmek istemedikleri için otoriter, hiyerarşik, milliyetçi, cinsiyetçi, militarist tüm yapılara karşı seslerini yükseltmeleridir. Silahsız bir dünya, ırk, din, cinsiyet ayrımının olmadığı, özgür bireylerin yaşayacağı bir dünya istemektir. Bir kadın vicdani redçi Hilal Demir’in dediği gibi “Sadece kadın olduğum için “anne”, “karı”, “evlat”, “kız arkadaş” diye etiketlendirilip yönetilmek istemiyorum.. Sınırlar içinde yaşamak istemiyorum.. Öldürmeyi ve öldürülmeyi istemiyorum… ve vicdanımın sesini dinleyip bütün bunları reddedetmek.” [viii] adına yapılan en anlamlı sivil itaatsizlik hakkıdır.

    ESRA GEDIK
    ODTU SIYASET BILIMI MASTER ÖĞRENCİSİ

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: